Belki bu aralar sosyal medyada, çevrenizde, bulunduğunuz ortamlarda İntermezzo’yu çok fazla duydunuz ya da gördünüz… Peki, bu kadar sık karşılaştığınız için İntermezzo’yu okumamayı tercih etmek veya henüz okumadan ‘’saçma bir şekilde abartıldı’’ demek kaliteli bir okur olduğunuzu gösteren semptomlardan biri mi sayılmalı?
Güncel hayatın içerisinden sıradan anlarla dolu bu kitabı okuyanlar neden ‘’popüler kültürün tuzağına biri daha düştü,’’ gibi söylemlerle afişe ediliyor merak ediyorum. İlk çıktığı günlerde o kadar çok paylaşım gördüm ki aniden gelişen ön yargılı atmosferin akışına kapıldım ben de. İntermezzo almayanların şişinmelerine maruz kalmak, okumadığı kitap hakkında atıp tutanların yorumlarına bakmak kafamı karıştırmıştı çünkü. İlk başlarda kitaba karşı soğuk duruşumun nedenleri ise; kitaba dair iyi yazılmış bir yorum görmemem, altı dolu olmayan yüzeysel övgüler, okumayan kişilerin de sövgüleri birleşince kafa karışıklığım pek normal aslında. Karar vermeden önce İntermezzo’ya karşı olumlu bakışımın gitgide artmasına ise şöyle düşünerek sebep oldum: ‘’Okumadan bilemem, okuduktan sonra bilebilirim. Diğerlerinden ziyade bir okur olarak benim bakışım söz konusu. Ayrıca iyi ya da kötü olacak diye bir beklentiye girmeme de hiç gerek yok, çünkü yazarla tanışmadım daha.’’
Tam da bu düşüncelerle sarıp sarmalanmışken akışımda bir yorum gördüm: ‘’Hayatta gereğinden fazla düşünen o insan mısınız?’’ diye bir soruyla başlıyordu. Evet, o bendim. Merak ve heyecanla yorumun devamını okuduğumda artık karar vermek için en uygun andı. İntermezzo’yu aldım. Elime ulaştığı gün de okumaya başladım. Bu arada kitaptan bahsetmeden önce eklemek istediğim bir şey daha var: Okumuş olup da beğenmeyenler olabilir, buna yalnızca saygı duyarım. Fakat okumadığı kitap hakkında onu dalga malzemesi yapmak, hatta okuyan ve bu kitabı alan insanları küçümsemek, edebiyat dünyamızda entelektüel çizgide ilerleyen insanların tutkularını silip atmakla eş değerdir bence.
İntermezzo’yu keyifle okudum. Çünkü şu an yaşadığımız hayatın en yakın tanığı o… Çağımızı cümlelerini basit tutarak yazdığı bu kitapla yansıtıyor Rooney. Aynı zamanda toplumun değişen bir özelliğine parmak basıyor; toplumsaldan bireyselliğe kayan süreçte günümüz insanlarını ele alıyor. Küçük insanları anlatış şekliyle oldukça hoş bir deneyim sunuyor.
Kim peki bu insanlar? İki kardeşin -Peter ve Ivan- yaşayışlarının kısa bir dönemine bakış… Babaları öldükten sonra hayatlarında ne gibi gelişmeler ya da gerilemeler olduğuna çok yakından tanık eden bir kurguyla karşı karşıya bırakıyor okuru Rooney.
Peter’in hayatında içinden çıkılması zor bir ikilem var: Sylvia ve Naomi. Ve bu ikileme kendi kişiliği de eklendiğinde onun için endişelenmekten başka elinizden bir şey gelmiyor. Otuzlu yaşlarının başlarında olan Peter sosyal bir kişiliğe sahip, ayrıca insan haklarını savunan başarılı bir avukat. Fakat bu kadar çok ortama girip çıkması onu yapaylaştırmış sanki. Taktığı maskelerin ardında; sevgiye ve şefkate ihtiyacını, yardım çığlıklarını, zayıflığını, bencilliğini, merhametini, yalnızlığını ve insanların bilmesini istemediği daha birçok şeyi saklıyor aslında.
Yaşıtı Slyvia ve kendisinden yaşça küçük olan üniversiteli Naomi arasında kafa karıştırıcı bir şekilde meydana gelen gidip gelmeleri, kararsızlıkları, belirsizlikten nefret etmesi… Tüm bunlar Peter’ı bütün çıplaklığıyla gösteriyor bize. Bu kadar sıkışmış hissetmesinin nedeni bu belirsizlik halinden bir an önce kurtulmak istemesi aslında. Toplumun yargılarından, acımasız eleştirilerden ve küçümseyici bakışlardan çekiniyor çünkü.
Peter karakteri kitabın en dengesiz portresi. Bir tarafta Slyvia gibi hayatında neredeyse her şeyi rayına oturmuş, akademik kariyerinin zirvesinde, düzenli olan yetişkin bir kadın var. Bir yanda ise Naomi gibi dişil enerjisiyle göz dolduran, eğitim hayatı belirsizliklerle sarmalanmış, anlık yaşayan, dağınık bir genç kadın var. O kadar farklılar ki, tek benzerlikleri kadın olmaları ve onları ortada buluşturan şey ise yaşamlarında bir belirip bir kaybolan Peter.
Ivan. Peter’in yirmili yaşlarındaki kardeşi. Abisi gibi sosyal değil, tam tersi. Kendi kabuğuna çekilmiş, vurdumduymaz bir görüntü verdiği halde oldukça düşünceli bir yapıya sahip ve yaşına göre olgun bir karakter. Üniversiteden yeni mezun olduğu için onun da hayatı adını koyamadığı belirsizliklerle dolu. Fakat karamsar değil, satranç onun yaşamında büyük bir yer kaplamasına rağmen hiç hırslı değil, rahat tavırlarıyla dikkat çekiyor hatta. Margaret’in da dikkatini çekti bu yüzden.
Tabii Margaret hakkında detay verip kitabın sürpriz bozanlarını size doğrudan açıklamaktan menediyorum kendimi. Yalnızca birkaç şey yazmalıyım onun için, çünkü çok tatlı bir kadın. Otuzlu yaşlarının sonlarına yaklaşan Margaret, hayatının çok karmaşık bir döneminde Ivan ile tanışıyor. Babasına çok bağlı olan Ivan’ın kaybının acısı ise pek taze, üstelik yeni mezun olduğu için herkes ona karşı bir beklenti içerisinde. Kendisini nelerin beklediğini bile bilmeyen genç bir adamda insanlar neyi görmek istiyor ki? İşte Ivan, tam da bu çıkmaza takılmış ve boğucu bir atmosferin kıskacındayken karşısına çıkıyor Margaret. Ivan kıskaca takılı kalmaya devam mı edecek yoksa her şeyin bir çaresi bulunabilir mi?
Peter ve Ivan kitabın başkarakterleri, onların hayatlarında başrol olan üç kadının da ana karakter gibi sahne almalarına bayıldım. İntermezzo’nun biraz daha kısa tutulmasını savunanların aksine ben bu şekilde uzun tutulmasına ve hemen sona gelemememize sevindim. Böylesi kurguyu daha renkli kılmış. Sonuçta eser bir ölümle başlıyor ve hemen yas sürecine dahil oluyoruz: Peter ve Ivan dışında kadınların dokunuşları eserin havasını başka bir noktaya taşıyor.
Peter ve Ivan kardeşler ama aralarında kuşak farkı bulunuyor. Hayat görüşleri olsun, kişilikleri ve iletişim yolları olsun, bambaşka insanlar. Babaları, yaşamlarında var olan tek bağlarıydı, artık yok. İlişkileri nasıl bir yol alacak şimdi?
Ortak bir bağları daha var: Bir kadın, onların annesi. Lakin anneleri sınırları çizgilerle belirlenmiş ve onların sevmediği, içine pek girmek istemedikleri bir yaşam kurmuş kendine. Yıllar önce boşanmışlar; başka bir aile kurmuş, sevdiği adamın çocuklarıyla birlikte olmaktan memnun bir kadın. Boşanmış olduğu kocasından olan iki oğlu da kadının hayatının merkezinde değil, kendi süslü hayatıyla meşgul, pek anaç olmayan düz bir kadın bu.
Günümüzde bu tip bir kadını okumak çok değişikti. Rooney yarattığı bu ‘’anne’’ modeliyle bir şeyler anlatmak istiyor bence. Kadınların çoğu oğullarını kızlarından ayırır, onları tepelerine çıkarır. Genellikle edebi yapıtlarda sorunlu anne-kız temasını daha sık görürüz bu nedenle. İntermezzo’da ise bu durumun karşıtını görmek, yazarın düşünmemizi istediği konulara çağrı yaptığı mesajını verdi bana. Kadınların da eski hayatlarını tıpkı erkekler gibi geride bırakabilmesi neden olmasın ki? Hâlâ iletişimdeler fakat oğullarının onun için vazgeçilmez olmadıklarını anlayabiliyorsunuz okurken. Belki de tüm bunlar yüzünden babanın ölümü, Peter ve Ivan için bir dönüm noktası haline geliyor. Yaşamak zorunda bırakıldıkları yas sürecinde ve gündelik hayatlarının sıradan akışında; duygusal ilişkileri, cinsel yaşamları, sorunları, kaygıları, planları ve diğer her şey okuma yolculuğunda bize eşlik ediyor.
Hayatımızı yaşamaya bir kere geldik, bazı inanışlara göre birden fazla kez de gelmiş olabiliriz. Ama şu an yaşadığımız hayatı- ‘’şimdi’’ yalnızca bizimle var olan- tanıma fırsatımızla bir kere karşılaşıyoruz. Kısacık ömrümüzü; toplumun yargılarını, eleştirilerini, küçümseyici bakışlarını önemseyerek helak etmek saçma değil mi? Statülerimizi, etiketlerimizi öne çıkarmalarımıza ekliyoruz, çünkü toplumun baskısının bizi teğet geçeceğini umuyoruz, tetikteyiz. Hepimiz fani hayatlarımızda bir gün başımıza neler geleceğini bilmeden yaşarken ya da yaşamaya çalışırken, bazen ölümün bize ne kadar yakın olduğunu unutuyoruz. Kendimize karşı anlayışlı olmayı da.
Bizi düşüncelere sürükleyen olaylar yaşadığımızda, kararsızlıklar ve belirsizlikler içinde kıvrandığımız böyle günlerde, kendimiz için mi yoksa başkaları için mi sonuçlandıracağız olayları? Tabii ki kendimiz için yaşamayı tercih etmeliyiz. ‘’Kendimiz için’’ kavramının altını çizmek istiyorum: Son yıllarda popüler kültürün benimsediği ve pompaladığı ‘’boş motivasyon’’ cümleleriyle değil, hem kendimiz hem de başkaları için yapacağımız ‘’anlayış ve nezaket’’ kuralına bağlı kalarak gerçekleştirmeliyiz bunları. Bencilce bir tarzla ve narsist söylemlerle değil… Rooney’in İntermezzo’yu yazmasının sebebi, insanlığın anlayış ve nezaket çizgisinden çok ama çok uzaklara gittiğini göstermek bence. Bu kitabı okuduktan sonra da insanlar birdenbire anlayışlı kisvesine bürünmeyecek elbette. Toplum her zaman konuşacak, parmakla gösterecek, gözünü dikip bakacak belki. Ama biz bu yargılardan korkmadan, çekinmeden bize iyi gelecek olanı kabullenmeliyiz. Siz kabullendikten sonra, başkaları konuşmuş ya da konuşmamış pek bir önemi kalmıyor artık. Mutlu olacağımız şeyi yapmaya karar vermeye çalışırken ya da buna hazırlanırken, neden mutsuzluklarla dolu bir çevre etrafımızı sarar, hiç anlayamadım zaten. Mesela bu kitabı okuduğum için bile yukarıda konuya dair uzun bir açıklama yapıyorum, analiz kasıyorum…
Karar vermeye çalışmak, sonrasında kabullenmek ve her şey… Hiçbiri kolay şeyler değil tabii ki. Yeri geliyor hayattan bıkıyoruz, bazen de elimizden her an kayıp gidecekmiş gibi sıkıca kucaklıyoruz onu. Tıpkı Peter ve Ivan gibi. Onların yaşadıklarıyla nasıl başa çıktığını okumak ve yöntemlerine tanık olmak, insanın kendi hayatına dönüp bakmasını sağlıyor.
İntermezzo’da şahit olduğumuz ilişkiler, günümüzde artık toplum tarafından kabul gören, klişeleşmiş yapılarda değil. Modernleşmenin alıp başını gittiği şu günlere bile ‘’marjinal’’ kaçan ilişkiler bunlar. Ne kadar sıradan anlatılırsa anlatılsın, herkesin alkış tutacağı, onaylayacağı çizgide olmayan, olamayan ilişkiler bunlar. Toplum baskısı konusunda yazdıklarımın nedeni de bunlar aslında.
Rooney hem yirmili yaşları hem de otuzlu yaşları bir arada ve büyük bir etkileşim içinde yansıtıyor. Birbirlerine yakın kuşakların çatışmalarını da işliyor bir taraftan. Tabii ki en eski kuşaklar da unutulmamış; ebeveynler de yer yer yüzünü gösteriyor eserde.
Eserin sonbaharda geçmesi ve o yılın Noel'inde son bulması mükemmel olmuş. Sonbaharı çok sevdiğim için kurgunun içinde kaybolurken bu mevsimin tasvirlerini okumaya bayıldım. Dağılan yapraklar, küçük kahveci dükkanları, sıcak kahveler, kurumuş yaprakların sokaklardaki görünümü, yağmur, bulutlar… Her şey çok doğal, insanlar da öyle. Kimse kusursuz değil; Peter, Ivan, Sylvia, Margaret ve Naomi: İçimizden birileri onlar. İlişkiler yaşanıyor, ölümler, kazalar, iş, güç ve daha birçok döngü; bazen gülüşmelerini duyuyorsunuz sanki, bazen de içlerinde yaşadıkları çaresizliklerin bile sesini hissediyorsunuz. İnsanın “zaman” karşısında bir hiç oluşunu fark ederken de, o zamanın değerini okurken daha açık görebiliyorsunuz. Aslında yaşarken şimdi’nin ne kadar kıymetli olduğunu anlıyorsunuz. Çünkü o karmaşanın ortasında değilsiniz, anlamak zor olmuyor…
Yazarın üslubuyla ilk kez tanışmama rağmen hiçbir zorluk yaşamadım ve dilini akıcı buldum. Diyaloglar ve monologlar birbirlerine karışmış bir halde, yine de bunları o kadar basit tutmuş ki pek keyifli bir serüvendi benim için. Karakterler birbirleriyle konuşurken aralara serpiştirilmiş iç çatışmalar, düşünceler, kafalarının karışıklığı… Bu uyumun bulunduğu eserler başımın tacı olduğundan dolayı İntermezzo’nun tarzı absürd gelmedi bana. Hatta yazar kurguyu biraz daha zorlasaymış bilinç akışı tekniğini bile uygulayabilirmiş, nihayetinde karakterlerin arada bir geçmişten sahnelerini okumak bile o hissiyatı yaşattı diyebilirim.
Ben de çok düşünen bir insanım; konuşurken de, öylece dururken de aklıma bir sürü şey gelir. Bu düşünme eylemimi kötü kılan şeyse, aralarında bir düşünceyi öne çıkaramadan ve onu içselleştiremeden benden kurtulması. ''Zihin akışı'' dediğimiz şey aslında bu. Son yıllarda bu akışa tutunamıyorum, her şey sadece çok karmaşık… Nedeni ise dikkatimin ve odaklanmamın eski gücünü kaybetmiş olmam. Çalınan Dikkat’i okuduğumda daha iyi anladım bunu. Eski gücümü elde etmeye çalıştığım bu günlerde İntermezzo bana çok iyi geldi. Elimden bırakmak istemedim, çünkü neler olacağını merak ettim. Rooney kitabı süsleyip püslemeden öyle sıradan bir şekilde yazmış ki okuru heyecanlandırdığının farkında bile değil.
Alman yazar Jenny Erpenbeck’ten geçtiğimiz aylarda Bütün Günlerin Akşamı’nı okumuştum. Bu eserin içinde beş kitap vardı ve her kitabın sonunda bir ‘’intermezzo’’ bölümü yer alıyordu. Bu bölümlerin konulmasının sebebi ise ‘’ya peki yaşananlar başka ihtimaller dahilinde gerçekleşseydi neler olurdu?’’ gibi olasılıkların gerçekleştiğini anlatmasıydı. Savaşların kötü yüzünü bütün çıplaklığıyla yansıtan bir eserdi. Çok bayılmadım ama, etkilendiğim bir kitaptı. Rooney’in İntermezzo’su ise olasılıkların değil, gerçeklerin konuşulduğu bir kitap olmuş.
Peki ''İntermezzo'' ne demek? ‘’Özgür bir biçimde yazılmış olan ve kendi başına bir bütünlüğü bulunan müzik yapıtı’’ diye bir tanımlaması var. Kökeni İtalyanca bir kelime. Sahne sanatlarında oyuna ara vermek için ''intermezzo'' kesitleri konuyormuş; ara oyun yani. Satrançta ise beklenmedik bir hamle yapmak ''intermezzo'' olarak adlandırılıyor. Eserin satranç bağlantısını göz önünde bulundurduğumuzda, Peter ile Ivan'ın kitabın sonunda nasıl bir hamle yapacaklarını merak etmiyor muyuz? Kendi ikilemleri, kırılganlıkları ve şüpheleri onları nereye ulaştıracak? Benliklerine ve topluma karşı yapacakları hamle ne olacak? Bu sorularla ilerliyor İntermezzo.
Bütün Günlerin Akşamı’nda Erpenbeck, ara oyun taktiğini kitabın kurgusunda kullanmış. Rooney ise direkt başlık olarak ele almış. Yani amacı eseri bütünüyle ‘’intermezzo’’ yapıp kafamızı mı dağıtmak sizce?
İngiliz yazar Ian McEwan’ın son romanı Dersler geldi aklıma İntermezzo’yu okurken. Dersler’in havası vardı eserde. Sıradan insanların hikâyesine tanık ediyor her ikisi de. Dersler daha uzun bir dönemi barındırıyor bünyesinde, hiç tanımadığımız birinin biyografisini okuyoruz gibi bir şey. Yazarın hayatından izler taşıdığı için de yarı-otobiyografik bir eser daha doğrusu. Aklıma geldiği için öylece geçip gitmek istemedim, sizlere de öneri olsun diye paylaşıyorum.
İrlandalı yazar Sally Rooney'in yeni romanı dünyayla eş zamanlı olarak ülkemizde yayımlandığı için kitabı okuyanlar ve merak edenler çok. Can Yayınları'nı ve eseri hızlıca dilimize kazandıran Begüm Kovulmaz'ı kutluyorum, emeklerine sağlık. İntermezzo’yu bir başyapıt olarak değerlendirmiyorum bu arada, yazarın diğer kitaplarına göre daha çok sevildi ve beğenildi. Ben de çok beğendiğim için edebi bir başarı olduğunu düşünüyorum İntermezzo’nun. Yazarın bundan sonra çok daha iyi kitaplar yazacağına eminim. Rooney ile yaşlarımızın yakın oluşuna ve çağımızı daha çok duygusal yönlerden ele alan bu kitabı yazmasına seviniyorum. Kalemine sağlık gerçekten... Kitabın son sayfasından benzer bir cümleyle hoşça kalın demek istiyorum sizlere: HER DURUMDA OKUMAYA VE YAZMAYA DEVAM.
kaynak: görsel
BENİ ETKİLEYEN ALINTILAR
Hayatının bir yerlerde muhafaza edildiğini, unutulmadığını, çevresinde biriktiğini, hâlâ etrafında ona siper olduğunu hissedebilseydi. / s. 21
Yaşama arzusu herkesin hayal ettiğinden çok daha güçlü. / s. 21
Düşünceler neredeyse her zaman başının içinde gürültüyle tıngırdıyor ve sonra nihayet sessizlik olduğunda kendini korkutucu ölçüde mutsuz hissediyor. / s. 27
Bir fincan kahve ister misin? Ön tarafta güzel, küçük bir kahveci var. / s. 37
Bunların hepsini, geçmişin geri alınamazlığını, olanın olmuş olduğunu daha önce düşündü, zaten her koşulda zamanı değil bunlara takılmanın. / s. 40
Bazı insanlar konuşurken çok sıkıcı olabiliyor ama belki de bunun nedeni aslında yeterince tutkulu olmamalarıdır. / s. 49
Geçmişte yapabileceği farklı şeyleri düşünerek kendini delirtebilir insan. / s. 59
Dediğin gibi, bu tür şeyleri düşünerek kendini çıldırtabilir insan. Yaşayabileceği diğer hayatları düşünerek. Bir de yaşadığın hayat var tabii, her şey olup bittikten sonra o hayat nereye gitti peki? / s. 60
Biliyorsun, yirmili yaşlarındaki herkes sözünü ettiğin sorunları yaşar -dışlanmış hissetmek, insanların senden hoşlanmadığını düşünmek gibi. / s. 60
Onun varlığının huzurlu sessizliğine uyanınca rahatlamış hissediyor. / s. 91
Bağışlanmayı arzuluyor. Her şeyi geri almayı. Doğru hayatı yaşamayı. / s. 94
Biliyorsun, hayat üzücü olabiliyor. Sürekli mutluymuş gibi yapmanın anlamı yok. / s. 125
Biliyorsun, bir şeyi doğru dürüst yapamayacaksam yapmak bile istemem. / s. 149
Ama bazı şeyler yaşadıktan sonra hayatındaki insanların sana inanmaması da zor. Veya olanları öğrenmek bile istememesi. / s. 202
Fakat yine de insan hayatını yaşamalı, bana kalırsa. Kahvesinden bir yudum alıp fincanı masaya koydu. / s. 265
Ama bence, söylemesi ne kadar üzücü olsa da, insanlar bazen sevdiklerine pek de iyi davranmayabiliyor. / s. 275
Evet, dünyada iyiliğe ve nezakete yer var, diye düşünüyor: İnsanın hayattaki ödevi de başkalarına iyilik yapmak; zayıflıklarından yakınmak değil. / s. 294
Tek istediği kendi başına huzur içinde güvenli ve temiz bir yerde uyumaktı. Komodinin üstünde bir kitap, bir fincan çay, saat on birde ışığı kapatıp uyumak. Temizlik ve sessizlik, tek isteği buydu. / s. 325
İnsanlar başkalarını çok kolay yargılıyor. / s. 327
Yargılama, kınama, düş kırıklığı, çatışma: İnsanlar birbiriyle bağlarını bu araçlar sayesinde sürdürüyor. / s. 331
Hayatım bitmek bilmeyen, devam edip duran korkunç bir kâbus gibi ve ben bir türlü uyanamıyorum. Yani asla, ne kadar beklersem bekleyeyim bir daha asla uyanamayacağım. / s. 346
Kimse mükemmel değil. Bazen insanlardan kusursuz olmalarını beklersiniz ve kusursuz olamadıkları için onlardan sonsuza kadar nefret edersiniz, oysa onların suçu değildir, sizin suçunuz da değildir. Yalnızca sahip olmadıkları için size veremeyecekleri bir şeyi istemişsinizdir. / s. 399
Giden kişinin gerçekliği yoktur, yalnızca düşüncelerde sürdürür varlığını. Düşüncelerden de silindi mi tamamen gitmiş demektir. Yani onu aklıma getirmediğimde aslında varlığını sona erdirmiş oluyorum. / s. 413
Hepsi seviliyor ve karmaşık bir biçimde hepsine ihtiyaç duyuluyor, öyle ya da böyle. Kördüğüm. Karman çorman bir düzen. / s. 470
Bu kadar uçucu bir şeyden, hayattan anlam çıkarmak. Bir an burada sonraki an yok. / s. 470
Her zaman işe yaramıyor ama elimden geleni yapıyorum. Bakalım neler olacak. Her durumda yaşamaya devam. / s. 471
Okuyup okumama konusunda kararsız kaldığım bir kitaptı ama incelemeniz sayesinde okumaya karar verdim. müthiş bir yazı, teşekkür ediyorum emeğinize 🤍