Edebiyatta ve sinemada üzerine düşünmeyi belki de en sevdiğim tema olabilir "yasak aşk". Doğrusu bir kadının gözünden 70'li yılların Türkiyesi ve bir yasak aşk macerası okuma benlentisiyle başlamıştım bu kitaba da ama; okudukça kitabın meselesinin daha farklı ve daha derin olduğunu fark ettim.
Kitap tabii ki en basit haliyle evli ve üç çocuk sahibi Filiz'in Selim'le yaşadığı bir "aldatma" hikayesi olarak tanımlanabilir. Fakat bununla sınırla değil. Her şeyden önce başından sonuna dek kitaba hakim olan en yoğun şey, boğukluk ve kasvet hissi. Filiz, Filiz'in kocası Bedri, Selim, Filiz'le Bedri'nin yaşadığı ev, Bedri'nin "aydın" çevresi, ülkenin içinde bulunduğu durum... Bu kasvet zaman zaman okumamı zorlaştırsa da, aynı zamanda kitaba çeken şey de oldu diyebilirim.
"Gözü sandalye tablasında ama, içten içe, uzaktan uzağa başka şeyler, belirsiz şeyler düşünüyor. Mutsuzluğu bu sanki. Oysa niçin mutlu olmasın! Aç değil açık değil. Evi, kocası, çocukları, çamaşır makinesi, buzdolabı, koltuğu, kanepesi, halısı, kilimi, neyi eksik! Bir gizli açlık, bir doyumsuzluk yine de."
Kitabın başlarında bu paragrafta anlıyoruz aslında. Filiz'in meselesi, arayışı varoluşsal modern zaman buhranları değil. Bütün derdi kadınlığı. Kadınlığını keşfedip yaşayabileceği bir hayat arayışı. Bu arayışın içinde annelik sorumluluğu, ev hanımı sorumluluğu, tatmin olamadığı kadınlık sorumluluğu ona hep ağır geliyor. Onu bu "sorumluluklara" sıkıştıran ev hep kötüye dair şeyler getiriyor aklına.
"Her yer pis ve çatlak! Her yerde görünmesiyle kaybolması bir olan böyle karafatmalar!" diye iç geçirmesi de boşuna değil bu yüzden. O her daim gözüne batan çatlaklar, Filiz için bir çıkış yolu olmaktan çok uzak.
Filiz'in gazeteci, "aydın" kocası Bedri, Filiz'den de, onun beklentilerinden ve arayışlarından da çok uzak. Romanın böyle bir derdi yok ama; en yakınının meselesini, beklentilerini karşılamak bir yana, anlamaktan bile bu kadar uzak bir karakterin memleket meselelerine, dünya dertlerine dair düşünceleri ne kadar samimi ya da gerçekçi olabilir diye düşünmeden edemedim. Bu da Bedri'nin tutarsız karakterinin en büyük örneğiydi bana göre. Ama en nihayetinde bu, Filiz'in romanı ve ben daha çok onu anlamaya çalıştım.
Selim'le Filiz'e gelince; onların yaşadıkları bir aşk ya da ilişkiden çok, tutkusuz bir tutku gibiydi. Hayattaki en büyük isteği bir kadın olarak tatmin olmak, tüm kimliklerinin ötesinde kadınsal hazza ulaşmak olan Filiz'in Selim'le sevişmelerinde bu isteğini bir yana bırakıp hayatındaki erkeği memnun etme arzusunun baskın gelmesini de, kadınlık meselesinin öğrenilmiş çaresizliklerinden biri olarak gördüm ben.
Farklı beklentilerle başlasam da, beni getirdiği yerle, düşündürdüğü sorularla, okumaktan memnun olduğum bir kitap oldu. Bir kadının penceresinden aşka, tutkuya, evliliğe ve ülkenin halet-i ruhiyesine bakmak ve bunlar üzerine düşünmek için güzel okuma oldu diyebilirim.
Yorum Bırakın