Herkese merhaba! Konseptimin bu hafta ki konuğu Kreatif Yönetmen Valerii Ege Deshevykh. 2021 yılında Umut Tiryaki aracılığı ile tanıştığım Valerii ile sinema dünyası ve kendisinin neler yaptığına dair güzel bir sohbet ettik. Hadi gelin hep birlikte Valerii'yi yakından tanıyalım.
Seni tanıyalım öncelikle, bize biraz kendinden bahsedebilir misin?
Adım Valerii Ege Deshevykh. 30 sene boyunca Türkiye’de yaşamış Ukraynalı bir kreatif yönetmenim. Türkiye’deki yıllarımda sinema yazarlığı ile ilgilendim. 2013-2018 arası Gönül Durmaz ile beraber Arakat Sanat’ın sonrasında da tek başıma üstlendiğim Arakat Mag’in yöneticiliğini yaptım. Şimdilerde siteyi tümüyle bir önceki röportajlarınızdaki genç ve güzel kardeşim Umut Tiryaki’ye devrettim. Yolu açık olsun. Bugünlerde Türkçe’yi de tamamen terk edip kendi kanallarım olan Reverse Odyssey’de sinema tarihini kullanarak hikayeler anlatırken Grifter Business’da da Medya Okur Yazarlığı eğitimi vermek için hazırlanıyorum. Zaten artık Türkiye’de de yaşamıyorum. Malum ülkemin içinde olduğu durumdan ötürü gezgine dönüşmüş durumdayım. Her birkaç ayda bir başka bir ülkeye geçiyorum.
Sinema dünyasına nasıl atılmaya karar verdin?
2009 yılında Türkiye’den deport yediğimde kısa bir süre ülkeden uzak kalmak zorunda kaldım. O zamanlar Turizm ve Otelcilik’ten yeni mezun olmuştum ve resepsiyonist olmayı düşünüyordum ki, Zeus beni korumuş. Fakat deport yediğim için maalesef üniversite başvurularını kaçırdım. 12 sene sonra ilk defa okulsuz kalınca da bir aydınlanma yaşadım ve o sene ölümsüz olmaya yani yönetmen olmaya karar verdim. 2009 yılından beri de sinemanın sadece teknik kısmına değil tarihiyle de derinlemesine ilgilenmekteyim.
Kreatif yönetmen kimdir, neler yapar? Bize anlatabilir misin?
Kreatif Yönetmen, bir firmanın üretim departmanına ya da herhangi bir projenin yaratıcı/üretici kısmına üstlenen, kampanyaları ve gidilecek yönü tasarlayarak bunu planlayan ve hayata geçmesini sağlayan kişidir. İşim gereği video ve fotoğraf ile bizzat yakından ilgilenmekteyim. Varsa firmaların ekiplerini yönetiyorum yoksa da kamerayı elime alıp bizzat her şeyi tek başıma yapıyorum. Haliyle de bu iki farklı medyumun düzenleme kısımlarına da derinlemesine hakimim. Ve tabii ki üretilenin nasıl ve nerede paylaşılacağı da tamamen bana ait oluyor.
Bir kreatif yönetmen olarak vizyonun nedir?
Kreatif Yönetmen olmak aslında bingo kartım içinde değildi. Türkiye’deki şartlar beni kreatif yönetmene dönüşmek zorunda bıraktı diyebilirim. 2009’da Amerikan rüyasının etkisiyle sadece yönetmen olma hayali ile yola çıksam da Türkiye’de endüstrinin örnek aldığım rüyadaki gibi işlemediğini çok kısa süre içinde farkedip maalesef o zamanlar -33 yaşındayım- gücünü yeni kazanmakta olan sosyal medyaya kaymak zorunda kaldım. Yol üzerinde de film ile beraber fotoğraf ve sosyal medyayı da öğrendiğim için artık kendimi kreatif yönetmen olarak adlandırıyorum.
Ben çocukluğumdan beri kendi zihnime ait projeler üretmeyi istemişimdir. Amerikalıların “unique” kelimesine takıntılıyım. Çalıştığım herkese kendi benzersiz tarzlarını ve stillerini yaratmayı sunarım. Ne kadar firmalar genellikle bana “şunun gibi yapalım” diye gelseler de ve bu sebeple de –tekrar olmayı sevmediğimden- birçok işten olsam da enerji tutturduğum birçok yer oldu. Vizyonum en özetle vizyoner olmak. En azından denemek, başkalarının taklidi olmamak.
Motivasyon kaynağın nedir?
Denzel Washington’ın çöpçülük yaptığı, Vera Wang’in 40 yaşına kadar dizayn yapmadığı, Oprah’ın kasiyer olarak çalıştığı bir dünyada motivasyon kaynağı bulmak zor değil. Varoluşsal Nihilistim. Yolumuzu kendimiz çiziyoruz. Fakat bu hayatta her şeyin tamamen bir tesadüf de olduğunun farkındayım. Arşidük Franz Ferdinand’ın şöförü yanlış sokağa dönmemiş olsa Birinci Dünya Savaşı çıkmayacaktı. Her şey o kadar tesadüflere bağlı. Bu tesadüfler silsilesi içerisinde düzenli olarak çalışanlar birgün piyangoyu tutturuyorlar. Ben de her gün –ne kadar zor olsa da- uyanıp yeniden deneyip zamanımın gelmesini bekliyorum. 2009’dan beri de bu şekilde hayallerimin peşindeyim. Ne kadar büyüdüğüm ülkenin siyasi durumları ve taşınmayı planladığım ülkenin şimdilerde içine girdiği siyasi çıkmaz beni artık başka bir yöne itmiş olsa da bir gün hayalini kurduğum filmleri çekeceğimi bilerek yaşıyorum. Sinema güzel ama sinemayı daha özgür bir dünyada yapmayı tercih ederim.
Mesleğinin zor yanları neler? Bununla nasıl çıkıyorsun?
Mesleğimin açık ara en zor yanı yaratıcılık. Yaratıcılık, anlık bir his, bir anda esen bir rüzgar gibi. Tecrübe ve beyine atılmış binlerce fikirle şekillenen acayip bir his. Bazen ansızın geliyor bazen de seni ortada bırakıyor. Referanslar üzerinden çalışmak –ne kadar istemesem de- benim için oldukça kolay. Teknikleri iyi bildiğim için iyi bir kopyala yapıştırcıyım. Fakat dördüncü soruda da açıkladığım gibi ben her zaman yenilik arayan biriyim. Fakat o yeniliği bulmak hem çok zor hem de tecrübelerim bana istenilen forma ancak zamanla ulaşıldığını öğretti. Fakat gel de istenilen forma zamanla ulaşıldığını müşteriye anlat. Derin bir şekilde nefes verdim burada.
Fikir bulmak, o fikrin nasıl işleyeceğini dizayn etmek bir insana kafayı yedirtecek kadar zorlu bir süreç. Hele ki sınırlı bir zaman çizelgeniz varsa stres iki katına çıkıyor. Kendim için bir üretim yapacaksam zamana bırakmayı tercih ediyorum. Bazen aylarca bir fikri oluşturamadığım bile oluyor. Güzel ve saçma bir örnek verip soruyu kapatmak istiyorum. Aylar önce After Effects tekniğimi geliştirmek için Behance’da gördüğüm bir Valorant oyuncu tanıtımı videosunu köşeye attım. Ben bu videoyu nasıl daha farklı yaparım derken aradan aylar geçti. Ve geçen günlerde lavaboda ellerimi yıkarkan ansızın, ne alaka ise, ilham geldi ve o gün oturup videoyu bitirmeyi başardım. Beni lavaboda neyin tetiklediğini ise hala çözebilmiş değilim.
The Real Joker adında bir film çektin. Filmin konusu ne? Bu film hangi dallarda ödül aldı ya da herhangi bir film festivaline çıktı mı?
Cevap: The Real Joker, çok sevgili ve umuyorumki gelecekte filmlerimin biricik yıldızı olacak Barlas Kartal için özellikle hazırladığım bir monolog. Kısa film olarak geçiyor olsa da ben monolog demeyi tercih ediyorum. Fakat ben senaryoyu yazarken ileride olası bir uzun metraj olabilecek şekilde yazdım. Hatta uzun metrajın taslağı bile hazır. Ben senaryoyu 2021’de yazarken dünyanın karakterimin filmde anlattığı kıvama bu kadar hızlı geleceğini hiç düşünmemiştim açıkçası.
Baştan belirteyim, benim Joker’im DC’nin Joker’i değil. Benim Joker’im, sonradan politikacıya dönüşecek bir komedyen. Stand-up’larında insanları aşağılayarak güldürüyor. Onları, onlara anlatıyor en özetle. İnsanlar da katıla katıla gülüyor ama farkında değiller ki kendisi aslında espri yapmıyor, gözlemlerini aktarıyor. Özellikle sosyal medyanın yüzeye çıkardığı kitlesel cahilliğin farkında olan Joker, bundan nasıl faydalanacağını çok iyi biliyor ve monoloğunda, sahneye çıkmadan önce kameraya, yani bizlere bakarak fikirlerini anlatıyor. Aslında filmin temelinde şimdilerde kalkıştığım sosyal medya okur yazarlığı var. Sorgulamayan, telefonunu çıkarıp basit bir Google araştırması bile yapamayan kitlelerin onlara bile isteye zarar vermek isteyen insanlar tarafından kandırılması şaşırtıcı değil. Benim Jokerim, bugünün Amerikan başkanı artık. Onlara bile isteye zarar vermeye geldi ve insanlar onu gülerek seçtiler. Şaka ama gerçek.
Film, Lift-Off London ve Athens International Monthly Art Film Festival’da gösterildi ve Atina’da oyunculukta derece aldı. Fakat ben filmi henüz –biraz da ofansif olmasından ötürü- çok fazla festivale göndermedim. Festival arayışlarıma kendi Medya Okur Yazarlığı eğitimlerime başladıktan sonra başlayacağım. Bu süreçte zaten Barlas Kartal ile “Devil Sent You To Make Me Suffer” adında bir film daha çektik. İlkbara doğru ikisini beraber doğru festivallere göndermeye başlayacağım. Temelde de zaten filmi “en iyi film” kategorisinden çok “en iyi oyuncu” kategorisi için hazırladık. Girdiği her festivalden ödülle de ayrılacağından eminim.
Sinema dünyasında neleri değiştirmek istersin?
Dördüncü soruda da bahsettiğim gibi bir gün eğer sinema konusunda sözü dinlenen bir figüre dönüşebilirsem, ki bunun için 2025’te çalışmalarımı ciddi şekilde arttıracağım, sinemada orijinalliğin ciddi bir savunucusuna dönüşeceğim. Firmalar –haliyle- para getirdiği için 100 yıldır tekrar ve devam filmlerine yöneliyor olsa da sinema yenilik istiyoruz diye bağırıyor. Özellikle –ilgi alanım olduğu için- korku sineması son 3 senede Smile, Barbarian ve The Substance ile bu gerçeği açık bir şekilde ortaya koydu. Seyirci yeniyi istiyor.
Fakat tam olarak neyi değiştirmek istersin diye sorarsan korku sinemasının yapısını değiştirmek istiyorum. Korku sinemasına delice aşığım. Hatta birkaç seneye “The Bible of Horror Genre” adlı korku sineması ve korkunun temelleri üzerine bir kitabım da çıkacak. Korkuyu ne kadar sevsem de korku sinemasının 80’lerdeki klişelere sıkışıp kalması inanılmaz derecede rahatsız ediyor beni. Korku sinemasındaki karakterlerin hiç korku filmi izlememiş olması gibi ironik bir durum söz konusu. Korkunun, yukarıda da verdiğim örneklerdeki gibi karakterlerin her şeyin farkında olduğu fakat avcının karakterlerden daha akıllı olduğu bir yapıda olması gerek. En temelde korku, gerçekte var olmayan varlıklara varsayımsal bir bakıştan ibaret. Bu varsayımsal hikayedeki karakterlerin günümüz gerçek hayatının dinamiklerine uyması lazım. Yıl olmuş 2024. Eğer evinizde sandalyeniz durduk yere gözünüzün önünde yer değiştirirse o evden çıkarsınız değil mi?
Uzun metrajlı bir film çekmek istersen, çalışmak istediğin oyuncu kim olurdu? Senaryosunu kime emanet ederdin?
Son kısma baştan cevap vereyim. Hayatım boyunca kimsenin senaryosunu çekmeyi düşünmüyorum. 50’ye yakın film fikri olan biri olarak başkasının senaryosuyla ilgilenmem, kendimkini de kimseye emanet etmem. Burada gülücük var.
Komik gelebilir belki ama benim filmlerime özel açtığım bir Excel dosyam var. Bu dosya içinde filmlerin isimlerinin altında çalışmayı ümit ettiğim insanların isimleri var. Evet, o kadar da hayalciyim. Tabii ki liste başım Barlas Kartal çünkü filmlerimin çoğunu kendisine yazdım diyebilirim. Kendisine ilk Oscar’ını umuyorum ki ben kazandıracağım. Burada yine gülücük var.
Direkt isim vermem gerekirse Ruth Negga, Isis Hainsworth, Emma D’Arcy, Eliza Scanlen, Nell Tiger Free, Margaret Qualley, Finn Wittrock ve David Dastmalchian gibi isimler listemin başında.
Günümüzdeki dijital çağ ve akabinde ekonomik sebeplerden ötürü sinema salonlarına olan ilgi azaldı. Bunun hakkında neler düşünüyorsun? Bir yönetmen olarak bu konuyla ilgili bir proje yürütmek ister miydin?
Sitenizi zora sokmadan bir cevap vermeye çalışacağım. Ataköy Atrium’daki tek salonlu dönemden ta bu yıla kadar düzenli olarak her Cuma sinemaya giden fakat artık bu alışkanlığını bırakmış biri olarak söyleyebilirim ki ben bile artık sinemaya gitmiyorsam kimse sinemaya gitmez. Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik şartlar maalesef sinemaya gitmeyi pek mümkün kılmıyor. Bir Marvel ya da Tom Cruise filmi gelmediği sürece salonların dolması olası değil. İnsanların hala sinemaya gidiyor olması bile şaşırtıcı bence.
Fakat tek sorun ekonomik değil. Ülkenin içinde olduğu sosyal çürüme sinema salonlarına da yansımış durumda. Sırbistan’da Oppenhaimer’ı izlediğim IMAX salonunun bir benzeri Türkiye’de mevcut değil. Koltukların rahatılığı, koltuklar arasındaki boşluk, kolluk kısımlarının arasındaki mısır ve nacho koyabileceğiniz kısa sehpalar ve daha birçok detayı ile salon her hafta gel dercesine güzeldi. Belgrad’ın en eski salonuna bisiklet ile gidip izlediğim filmlerden aldığım keyfi Türkiye’de alamıyorum maalesef.
Salonların projektörlerin ışığını kısması rezilliğine girmiyorum bile. 2022 yapımı Babylon’u ikinci kez izlemeye gittiğimde filmi 10. dakikasında terk edip paramı geri istemek zorunda kaldım çünkü görüntü ilk izlediğim ile aynı değildi. Türkiye’de bir filme girerken “umarım karanlık olmaz” korkusunu yaşıyor olmak cidden kepazelik.
Türkiye’de sinemalara çözüm bulmak kolay: Türkiye’de sinemaya yön verenleri ve sinema salonlarını yönetenlerini gerçekten sinemayı sevenlerle değiştirmek. Fakat ülkenin içinde olduğu siyasi durum maalesef üretilebilecek her çözümü başlamadan bitiriyor. O yüzden üzülerek söylüyorum, böyle giderse sinemalar Türkiye’de teker teker kapanacaktır.
Sinema dünyasına atılacak ya da yönetmen olmayı düşünenlere neler tavsiye edersin?
Ezberlenmiş sinema tarihinden uzak durun. Potemkin Zırhlısını iki dersten fazla konuşan hocanız varsa araştırmanızı kendiniz yapın. Sinema Tarkovsky ve Godard’dan ibaret değil. Okullarda size Monty Python ya da Yüzüklerin Efendisi izlettirmiyorlar. Sanat sineması ve gişe sineması denen saçma ayrımlara sakın bulaşmayın, her tarzı izlemeye çalışın.
Yönetmen olmayı düşünüyorsanız da yönetmen olmak için okula gitmek zorunda değilsiniz. Kamera olmadan görüntü yönetmenliği eğitimi verilen okulların size bir bilgi öğretmesi mümkün değil. Açın YouTube’u, Türkçe ya da İngilizce farketmez, milyonlarca kaynak var. Üniversiteleri doldurmuş sözde profesörlerden de çok daha güzel ders anlatıyorlar. Sadece bir sene YouTube izleyip sahaya rahatlıkla atılabilir, setlerde her detayı öğrenebilirsiniz. Cem Yılmaz’ın 99’daki Bir Tat Bir Doku’da yaptığı bir espri vardı. 20 sene okuyorsunuz, okuldan mezun oluyorsunuz ve farkediyorsunuz ki hayat okulda anlatıldığı gibi değil. Bu sefer de bir 20 sene öğrendiklerinizi unutmaya çalışıyorsunuz. Okul ile endüstri aynı değil. Sinemanın hazır formülleri yok. Tümüyle yaratıcılıktan ibaret. Okullar sizi formüllere sıkıştırıyor.
Son olarak, 10 sene önce iddialı olabilecek şimdilerde herkesin evet diyeceği bir söylemim olacak: Sadece YouTube izleyip çekeceğiniz bir kısa film ile dünyanın her yerinde kabul görebilirsiniz. Kısa filminiz başarılı olursa kimse size hangi üniversiteye gittiğinizi sormayacaktır. Diplomanın bir önemi kalmadı artık. Herkes sadece portfolyonuzu soruyor. Çoğu üniversite network kurmak harici tümüyle faydasız. Bu demek değil ki üniversite okumayın. Sadece hayal kırıklığına uğramayın istiyorum.
Son olarak bizlere izlenmesi gereken üç film önerir misin?
Dünya çok güzel bir yer. Daha iyi anlamak için Baraka ve Samsara’yı mutlaka izleyin. İçinde olduğumuz ve tüm dünyanın sürüklenmekte olduğu yeni faşizan dönemin sonuçlarını daha iyi anlamak adına Downfall’u mutlaka izleyin. Son olarak da beni ve ülkemin içinde olduğu durumu daha iyi anlamak için de Klondike’ı mutlaka izleyin.
Sağlıcakla kalın.
Yorum Bırakın