İnsan ruhunun içindeki denizlerden geçiyor Yaşlı Gemici; derin bir yalnızlığın, hataların, pişmanlıkların yankılandığı fırtınalı sularda yüzüyor. Doğanın gücüne, onun hem cezalandıran hem bağışlayan eline tanık ederken bizi, aslında insanın içindeki o en eski yanlışın bile nasıl sonsuza dek yaşadığını, bir yük gibi omuzlarına bindiğini gösteriyor.
Bir yola çıkan yaşlı gemici ve tayfası, sonsuz okyanusun ortasında bir felakete sürüklenir. Başlangıçta rüzgâr yanlarında, dalgalar dostça görünür fakat gemicinin, onlara yardım eden masum bir martıyı öldürmesiyle her şey değişir. Bu yanlış, doğanın dengesiyle oynayan gemiciyi ve onun tayfasını lanetli bir yolculuğa mahkûm eder. Önce dalgalar kabarır, ardından denizler kurur, gemi bilinmeyen sularda kaybolur, gökyüzü karanlık olup üzerlerine çöker; açlık, susuzluk ve korku içlerini kurutarak onları pişman eder ve yaşlı gemici, bu hatasının yükünü ömür boyu sırtlamak zorunda kalır.
Öyle bir anlatı ki Yaşlı Gemici, onu okurken sadece okyanusun ortasında değiliz aslında; insanın kendi içinde kaybolduğu, doğru ile yanlışın ve kibir ile pişmanlığın çarpıştığı bir iç denizdeyiz hepimiz. Doğanın ve insanın sırlarına öyle keskin bir ışık tutmuş ki Coleridge, bir noktada hepimiz kendi yanlışlarımızla yüzleşiyor ve kendi gemiciliğimizi görüyoruz. Doğayla mücadeleden çok daha derin, insanın kendi iç çalkantılarına dönüşen bir yolculuk bu ve biz bunu anladığımızda, hepimizin zihninde o sorular yankılanıyor: Bu hayat yolculuğunda benim yüküm hangi hatıralarla ağırlaşacak? Ben kendimi hangi sularda, hangi savaşı verirken bulacağım?
Nihayetinde, acımasız bir kitap Yaşlı Gemici. Belki onu defalarca okuyacağım, her okuduğumda mutlaka farklı bir anlam çıkaracağım, çok değerli, hazine gibi bir kitap ama acımasız da bir kitap. Hataları ve onları sırtlandırışıyla, hepimizi kendimizle yüzleştiren, ayna gibi bir kitap.
Yorum Bırakın