Kazasıyla belasıyla bir yılı daha geride bıraktık. Ülkemizde ve dünyada ses getirecek değişimlerin olduğu bir yıl oldu bu. Kültürel, siyasi, ekonomik pek çok açıdan kırılmalara tanıklık ettik. Değişmeyen nadir konulardan biriyse yılbaşı kutlamanın farklı toplum kesimlerine ifade ettiği anlamlar.
Geçen bir yılı uğurlayıp yeni yılı karşılamak, bir eğlence aktivitesi olmaktan daha fazlasına dönüştü toplumumuzda. Bu artık kültürel bir simge. Kimileri için laikliğin iman şartlarından birisi, kimileri içinse taklitçilikten öteye gidemeyen bir tür Batı özentiliğinin ifadesi.
Ülkemizin kültürel alanda bir seküler – muhafazakâr savaşı içinde olduğunu düşünenlerdenim. Bu iki unsur arasındaki mücadele siyasi alana, kamuya, bürokrasiye de sıçrıyor ve aslında modernleşme serüvenimizin hikayesini oluşturuyor. Bir tarafta eski kültüre, tarihe ve geleneklere -bazen çok ileri gitmeyi de cüret edebilecek kadar- eleştirel bir bakış, Batı’ya ulaşma ve hatta onu geçme arzusu. Bir taraftaysa başımıza ne geldiyse Batı’dan ithal düşüncelerden, değerlerden geldiğine inanan ve bu yüzden gelenekler üzerinden bir toplum kurmayı amaçlayan, daha korumacı ve savunmacı bir tavır. Bu iki tutum ve bakış kültür dünyamızdaki her unsurun iki yönlü değerlendirilebilmesine sebep oluyor. Bunlardan biri “muhafazakarlarca” ötekiyse “sekülerlerce” olarak isimlendirilebilir.
Bu yazıda Noel ile yılbaşının farkı gibi açıklamalara girmek istemiyorum. Çünkü konunun çok detay bir kısmının cahillikten kaynaklanan bu karışıklık olduğuna inanıyorum.
Türkiye’de bir kesim, İslam’ı gelenekle bir tuttu ve bunu topluma güzel bir şekilde sattı. Geleneklerimizde İslam’a aykırı hiçbir şey olamazdı, eğer varsa öyle bir şey o da gelenek olarak kabul edilemezdi. Bu yüzden Anadolu insanının kendine özgü karakteristiği yerini İslamcıların bize kakaladığı yapay ve zorlama bir kültürel alana bıraktı. Bu alanda alkol yasaktı, cinsellik tabuydu ve kadın kamusal alandan olabildiğince uzaklaştırılmıştı. Topluma yönelik yapılan bu mühendislik aslında en çok muhafazakarların karşı çıkması gereken şeydi. Çünkü bu “yeni kültür” bize değerler adına hiçbir şey öğretmiyordu, aksine değerleri bir kenara atıp sadece semboller üzerinden gidiyordu. Kültürümüz doğruluğa, mertliğe, iyiliğe dair bir şeyler içermeyi bırakmış; insanlarının bacak arasıyla kafayı bozmuş bir yapıya dönüşmüştü.
Yeni kültür, kadınların ne giyeceklerine ve erkeklerle olan “efendi – köle” ilişkilerine dair çok şey söylüyordu belki; ama hırsızlık, cinayet, dolandırıcılık konularında sesini pek çıkarmıyordu.
Bu yüzden, yeni kültür ve icat edilmiş geleneğe sımsıkı bağlı duran muhafazakâr kesimler için; içerisinde bol bol alkol, kadın ve potansiyel cinsellik içerebilecek her etkinlik küfür kabul edildi. Yasaklanması ve şiddetle karşı çıkılması gerektiği söylenildi.
Bugün yılbaşı konuşuluyor ama alkol satışının saat sınırına takılması, bir dönem pandemi bahane edilerek konserlerin iptal edilmesi, üniversitelerin bahar şenliklerinin iptal edilmesi gibi şeyler yaşadık. Bütün bunlar icat edilmiş geleneğin ve yeni kültürün savunucularının yalnızca seküler yaşama vurdukları darbeler değildi; kendi buldukları ve bize giydirmeye çalıştıkları İslamcı gömleğin düğmeleriydi.
Bu yüzden, çoğu zaman Yılbaşı kutlamalarını önemsemeyen ben bile en içten şekilde insanların olabildiğince eğlenebilmesini diledim. Çünkü bu toprakların insanlarının eğlenmeye ihtiyacı olduğu kadar, kendilerine giydirilen bu İslamcı gömleğin düğmelerini de koparmaları gerek.
Yorum Bırakın