Bir metni okurken niyeti üç başlık altında inceleyebiliriz: yazarın (genel olarak sanat yapıtları için konuşacak olursak sanatçının), okuyucunun (veya izleyicinin) ve metnin (veya yapıtın kendisinin) niyeti. Bu üç niyet arasında en tuhaf olanı, metnin kendi niyetidir.
Metnin niyeti şu şekilde tanımlanabilir: Yazar, metnini yazmaya başladığında, metin kendi içinde bir ahenk oluşturmaya başlar. Bu ahenk, doğadaki düzen gibi, metnin tüm unsurlarının birbiriyle uyum içinde bir bütün oluşturmasıyla ortaya çıkar. Yazar, bu noktadan sonra metne çarpıcı değişiklikler yapmaktan genellikle kaçınır. Bunun nedeni, metnin kendi içindeki ahengi bozmaktan kaçınma isteğidir.
Örneğin, yazar çok sevdiği bir roman karakterini öldürmek zorunda kalabilir. Eğer hikâyenin gidişatı bu sona işaret ediyorsa, yazar karakterine olan sevgisine rağmen, metnin ahengini korumak adına bu kararı vermek zorunda kalır. Metnin kendi niyeti, bir kez inşa edildikten sonra, yaratılış amacına paralel bir şekilde tamamlanması ve kesin bir biçimde vücut bulmasıdır.
Buna benzer bir ilişkiyi Miguel de Unamuno’nun Sis adlı eserinde görmekteyiz. Sis’in ahengi içinde, romanın baş karakteri Augusto’nun öleceğini, onun insan ilişkilerindeki aldatılışlarından ve ruhunun kedere olan eğiliminden anlarız. Kitabın sonlarına doğru yazar, kendi yarattığı karakterle bir çatışmaya girer ve nihayetinde onu öldürmek ister. Bu kararı, karakteriyle olan diyaloğunun getirdiği bir bıkkınlık sonucunda alır.
Ancak bundan önce, yazar Augusto’nun ölüme doğru gittiğini fark eder ve onu yaşatmak ister. Fakat Augusto ölmekte ısrar eder. Bu kez yazar, onu öldüreceğini söyler; ne var ki, bu sefer de Augusto ölüme direnmeye başlar. Sonunda karakter ölür ve bir rüya aracılığıyla yazarla yeniden bir diyaloga girer. Bu diyalog sırasında yazar, onu tekrar hayata döndürmek istediğini ifade eder, ancak iş işten geçmiştir. Ne yazar başlangıçta onu yaşatma kararını verebilmiştir ne de şimdi onu diriltme gücüne sahiptir.
Bu hikâye, metnin kendi niyetine dair etkileyici bir örnek sunar. Elbette, kitap bu çatışmanın ötesinde çok daha fazlasını barındırır. Ancak, bir metnin önceden belirlenmiş bir kaderi olduğunu söylemek ne kadar doğrudur? Acaba bunu, tüm eylemlerimizin bir araya gelerek, bizim için bu eylemlerle örülü, aslında pek de sürpriz olmayan bir son hazırlaması şeklinde yorumlayabilir miyiz?
Öyleyse, metnin önceden çizilmiş bir kaderi olmasından ziyade, bu süreci çizginin doğal bir devamı olarak değerlendirebilir miyiz?
Yorum Bırakın