İzlerken kendimizi tanıdığımız, bildiğimiz bir hikâyenin içinde bulduğumuz film: Dogville
Grace oldukça anlayışlıdır. Merhametli, yardımsever, sevecen ve çok affedicidir. Gördüğü her hatayı, maruz kaldığı her kötülüğü affetmeye hazırdır. Herkese sonsuz bir anlayış sunar ve herkesle iyi geçinmeyi amaçlar. İnsanlarla sorun yaşamak onun için yıkıcı bir durumdur ve bunu önlemek için her şeyi, gerçekten de her şeyi yapar.
Grace’in çabaları umduğu gibi sonuçlanmaz ve Dogville kasabasının halkıyla olan ilişkisi zaman için şekil değiştirmeye başlar ve bu değişim, Grace’in hiç istemediği yöndedir. Onun hikâyesi artık kasaba halkının hırslarını beslemesinin öyküsüne dönüşür. En başta şefkatle karşılanmıştır fakat bu şefkatin altında ne kadar derin ve korkunç bir tehlike yattığı daha sonra anlaşılır. Grace’in gösterdiği her iyi niyetin ve affediciliğin ardından yeni bir hesap doğar. Onun anlayışı ve şefkati ne kadar masum gözükse de aslında kasaba halkını sadece daha cesur yapar. Kasaba halkı Grace’i sömürmeye başlamıştır ve bu sömürüde önlerine konan hiçbir sınır yoktur.
Bir zaman sonra film sorulara dönüşür: Kim affeder? Kim affedilmemelidir? Affetmek gerçekten iyi midir? Artık filmin asıl sorusu affetmenin doğru olup olmadığıdır ve bu soruya bambaşka bir şekilde, affetmenin aslında çok yanlış olduğunu söyleyerek cevap verir. İnsanlar hatalarının karşılığını gördükçe büyürler ve affetmek onları değil, onların hatalarını büyütür. Şefkat onları doğru yola sokmaz; aksine, katlanarak artan yanlışlarına maruz bırakır. Grace’in kararsızlığı, başkalarının hatalarına karşı duyduğumuz sabrın ne kadar tehlikeli olduğunu gösterir. Grace hep affeder, kasaba halkı her affedilişte daha ileri gider ve bu döngü, affetmenin aslında bir tür “suç işlemek” olduğunu anlatır. Çünkü affetmek, insanların hayatını tekrar etmelerine olanak tanımaktır.
Kendini affetmek, başkalarının affedilmesinden daha önemlidir. Grace ise kasaba halkını affettiği her an aslında kendisini yok eder. O kadar masumdur ki, bu masumiyetinin bedelini öder. Ama sonra bir an gelir; Grace kendi içine döner, onunla birlikte biz de kendi içimize döneriz ve anlam atfettiğimiz her şeyin içinin boşaldığını görürüz. Grace sonunda yeni kararlar alır ve bu karar sadece bir onun için değil, herkes içindir. Hepimiz için artık asıl önemli olan affetmek değil, durdurmaktır.
Dogville, insanın başkalarına sonsuz anlayış gösterebileceğini ama bu anlayışın bir noktana onu nasıl öldürebileceğini anlatır. Bu filmi izlerken ben de yıllardır herkese açtığım sınırsız krediyi düşünüyordum. Affettiklerimi, anlamaya çalıştıklarımı ve tüm sabrıma rağmen sınırlarımı ihlal etmeye devam edenleri… İnsanlara ne kadar alan tanırsanız o kadar genişlerler ve bu genişleme, sizin daralmanız demektir. Bu kadar basit bir denklem ama bazen anlamak çok uzun zaman alabiliyor. Benim için de öyle oldu ve Dogville beni kendimle yüzleştirdi. Kendimiz yaptığımızda kendimizi affetmeyeceğimiz hataları başkaları yaptığında da affetmemeliyiz çünkü insanların yaptıkları hatalar çoğu zaman onların mecburiyetlerinden değil, bizim gösterdiğimiz anlayıştan beslenir. Dogville bana bunu bir kez daha ve oldukça sert bir biçimde gösterdi; sınır çizmenin, hayır demenin ve adil olmanın önemini anlattı; kendimiz için olmasa bile bir yerlerde haksızlığa uğrayan başka insanlar için, bizden sonra gelecek yeni kurbanlar için, insanlık için asıl kıymetli ve büyük olan affetmek değil, güç göstermektir.
Bazı dersler de filmlerden öğrenilir ve etkisi tüm hayatımıza yayılır. Dogville benim için işte tam da bunu yapan bir film oldu: Sınırlarımızı korumanın ve sonsuz affedici değil, her koşulda adil ve ödetici olmanın bir erdem olduğunu öğretti.
Yorum Bırakın