Ne filmdi ama..
Schopenhauer’ın aforizmalarını okuduktan sonra Schopenhauer ile ilgili bir film izlemek için özellikle seçsem herhalde bu filmi seçerdim ki benim bu filmi izlemem tamamen tesadüf (tesadüfler gerçekten varsa) oldu. Schopenhauer’a göre, insanın mutluluğunu belirleyen şey kişinin sahip oldukları değil, kim olduğu ve zihinsel kapasitesidir. Zihinsel hazlara önem atfeder ve kişinin entelektüel birikiminin gerekliliğini vurgular. Kişinin mutluluğu üzerinde; içsel dünyası ve düşünme biçimi, dışsal koşullardan çok daha belirleyicidir.
Perfect Days filminde ana karakter Hirayama, filmin özellikle ilk yarısındaki rutinlerine bakıldığında, gündelik hayatın basit zevkleri içinde bir anlam buluyor gibi görünüyor. Her sabah gökyüzüne bakıp gülümsüyor, adeta günü ve doğayı selamlıyor. Farkındalığı yüksek, detayları fark ediyor; yaprakların arasından süzülen güneş ışıklarımı oluşturduğu gölgeleri ve yaprakların aldığı şekli fotoğraflıyor. Schopenhauer'ın bahsettiği gibi yaşadığı ev kitap dolu, ç,çeklerini aksatmadan suluyor, Faulkner okuyor, eski kasetlerden eski yıllara ait kaliteli müzikler dinliyor. Hatta filmin bir yerinde gittiği bir restoranın sahibi olan kadın Hirayama'ya "Tam bir entelektüelsin" diyor. Hirayama, filmin özellikle ilk yarısındaki rutininden, yaptığı işten, iş sonrasında gidip yıkandığı, yemek yediği yerlerden keyif alıyor gibi görünüyor; hatta huzurlu bir sukunet içinde gibi, konuştuğunda sadece tek kelimelik cevaplar veriyor kendisine sorulan sorulara. Ancak, bu anlam, huzur ya da her neyse adı gerçekten tatmin edici mi, yoksa bir yanılsamadan mı ibaret? Bu mükemmel günlerin ardında bir içini dolduramadığı acı ve o acının doğurduğu boşluk mu yatıyor?
"Bir sonraki, sonradır. Şimdi, şimdidir." (Perfect Days/2023)
Reddit’te bir yorum okudum filmden sonra; çok etkileyiciydi. Kabaca şöyle bir şey demiş yorumu yapan kişi son sahne için: “Arabayı sürerken yüzündeki ifade değişiyor; önce gülümsüyor, sonra acıya dönüşüyor. Mükemmel günler yaşamak zor. Şu anı yaşayabilmek için geçmişin olmamalı (yeğeni/kız kardeşi) ve geleceğin de olmamalı (restoran sahibiyle bir gelecek). Son birkaç günde yaşadıkları ona şunu hatırlattı: Kusursuz bir “şimdi”yi yaşamak istiyorsan, geçmişinden ve geleceğinden vazgeçmelisin. Buna değer mi? Cevap yüzünde yazılı. Benim yorumum, onun acı çektiği ve bu mükemmel günleri yaşayabilmek için bir bedel ödediğiydi. Hayatını olumsuz bir açıdan değerlendirdim."
Bu tam olarak kafamın içinde dönen sorulardan biri oldu benim de hep. Tamam ‘her güne güzel başlayalım, derin bir nefes alalım, bir rutinimiz olsun, huzur içinde bulunduğumuz anda gizli’ diyoruz da; hayat bu değil ki. Hayat dualitelerden ve bu dualitelerin arasındaki döngü ve git gellerden ibaret benim fikrimce. “Anda kalmak” bir geçmiş biriktirdikçe ve bir gelecek hayal edip, o geleceği inşa etmeye çabalarken ayağımızın yakıldığı engeller ve boğuştupumuz sorunluluklar arasında çok zor hatta belki de imkansız. Belki de o yüzden sadece çocuklar anda yaşayabiliyorlar ve her biri büyüdükçe zaman daha doğrusal bir hal alıp bir ayağımız geçmiş bir ayağımız gelecekte iken dengede durmakta ve nefes almakta, o huzur içeride bir yerde bulmakta zorlanıyoruz. İnsan bu döngüyü kırmaya ya da her şeyi mükemmel bir "şimdi"de tutmaya çalıştığında aslında kendi doğasına ters düşmüyor mu? Çünkü insan dediğimiz varlıklar olarak her birimiz, bir hikâye anlatıcısı değil miyiz ve hikâyeler geçmişin izlerinden ve geleceğe dair hayallerden doğmaz mı?
Film mükemmeldi, bana tarotta asılan adam resmini hatırlattı. Baş aşağı duran bir adam tek ayağından ağaca asılmış ama başında güneşten bir hare var ve yüzünde meditating bir ifade ile ellerini birbirine değidirip namaste pozisyonunda Öylece duruyor gibi. Baş aşağı duruşu, bir nevi teslimiyetin ve içsel aydınlanmanın sembolü; ama aynı zamanda bir durma hali, bir bekleyiş. Belki de kahramanımızın "mükemmel günleri" de tam olarak bu: hareket var gibi görünse de aslında baş aşağı, zamandan kopuk bir şekilde asılı kalmış bir varoluş. Yüzündeki acı ve huzurun aynı anda var olması da bundan. Bu bir teslimiyet hali mi, yoksa gerçeklikten bir kaçış mı? Tarottaki hare gibi bir aydınlanma mı, yoksa sadece zamanın ağırlığından kaçmak için yaratılan bir yanılsama mı? Bir yanım huzur doldu izlerken ama bir yandan da göğsümde bir ağırlık oturdu kaldı. Çok iyiydi, sinemayı seviyorum..
Yorum Bırakın