Bazı kitaplar vardır; insanın içine bir gölge gibi düşer. Okurken fark etmeyiz ama sona geldiğimizde o gölgenin ruhumuza sindiğini hissederiz. Ve bir kere okuduktan sonra, bir daha asla eskisi gibi olamayız. Dorian Gray’in Portresi benim için tam da böyle bir kitaptı.
Dorian Gray, sahip olduğu gençliğin ve güzelliğin ebedî olmasını dileyen fakat ruhunun çürümesine engel olamayan, bu çürümüşlükle yok olan bir karakterdir. Başlangıçta masum, duyarlı, etkilenmeye açık saflıkta bir gençken; zamanla kendi gölgesinde kaybolan bir adam haline gelir. Aynadaki yansıması tazeliğini korur fakat ruhu günden güne çürür. Dorian’ın en büyük trajedisi, haz peşinde koşarken kendini kaybetmesi değildir; kendini kaybettiğini fark edemeyecek kadar uyuşmasıdır. İlk sayfalarda etrafına ışıklar saçan Dorian, attığı her adımla karanlığa daha da yaklaşır. Gençlik, güzellik, ihtişam… Bu parlak süsler onun ruhunu köleleştirir ve Dorian, doğasına uymayan dileğinin bedelini çok ağır öder.
Kimi insanlar yalnızca bir fikirle bile ölümcül boyutta zehirlenebilir ve bazen tek bir cümle, bir insanın hayatını sonsuza dek değiştirebilir. Dorian da Lord Henry tarafından işte böyle zehirlenen ve değişen bir karakterdir. Hatta öyle bir zehirdir ki bu, başlangıçta masumluğu ve güzelliğiyle tanıdığımız genç Dorian’ın içinde kötülüğün ne zaman ve nasıl başladığını bile fark edemeyiz. Belki fark edemediğimiz şey yalnızca Dorian’ın bu değişimi de değildir; aynı zamanda insanın içinde kötülüğün ne kadar sessiz, nasıl usulca büyüyebildiğidir.

Güzelliğin, gençliğin, hazların arkasına saklanıp da yüzleşmekten kaçtığımız her şey, Tıpkı Dorian Gray’in portresinin gerçeği göstermesi gibi, bir gün gelip bizim de karşımıza dikilecektir. İnsan kendisini gerçekten kandırabilir mi? Ve gerçekten de bir gün aynaya baktığında orada göreceği şeyin sadece bedeni olacağını düşünebilir mi?
İnsan kendinden ne kadar kaçarsa kaçsın, sonunda duracak ve durduğu anda aslında tüm kaçışı boyunca izini kaybettiremediği o kendi gölgesine yakalanacaktır. Ve Dorian Gray’in Portresi; yalnızca bir adamın trajedisini değil, insanın kendi vicdanıyla giriştiği bu savaşın ve kendinden kaçışın kaçınılmaz sonunu anlatır.
Lord Henry'i gerçek hayatta görseydim bir çift kelam etmek isterdim.:)