Bazen hareketlerimizin sorumluluğu ağır gelir. Öylesine kavrulur ki zihnimiz Tanrı'ya döneriz. Ama orada kimsenin olmayışı, ölü bir bedenin bile artık bulunmayışı insan egosunu sarsar.
Beni sen yaratmıştın!
Nasıl olur da şimdi cenazene bile tüküremem?
Belki kelimeler saygısızca gelmiştir size ama her şeyi böylesine eriyip kaynaştığı bir çağda saygı için nereye bakmalıyız? Kurtuluş nerededir? Sanatın yoksa, sen yoksan ve okuyacak kelimeler yerine video kaydırıyorsan saygı ve kurtuluş nasıl gelir sana? İnsan kendine nasıl dokunmalıdır? İnsan ve ben, kendim neyim? Sanatta bir benlik yaratabilirim,orada var olabilirim. Ama sanat bir noktada bu kadar bencil mi kalmalı? Peki kelimeler okumak bize gerçekten umduğumuz kurtuluşu verir mi?
Hayır, hiçbir şey kurtaramaz artık bizi. Sadece anlaşılabilmeyi umarız.
İronik olan ise ben daha beni bilmezken beni anlayacak başka biri nasıl olabilir? Sıfır noktasına çok yakın olduğum için mi her şey? Ama yaşanan her şey ne kadar şeffaf anlatılırsa anlatılsın başkasının beni anlaması mümkün müdür? Öylesine inanıyorum ki bazen sanata ve kelimelere hayrete düşüyorum. Nasıl umutsuz bir iyimserliktir bu? Yeterince kayıbım zaten, kelimelerle karanlıkta fısıldaşmam neden sorun olsun ki? Yine de bu kayboluşta dahi yorgun hissediyorum.
Ben olmak nedir?
Tüm bu karanlıktan ve her şeylikten sıyrılıp bir ben olmam mümkün müdür? Özüm var mıdır sahiden de? Her şeyden bağımsız bir ben olabilir mi? Yoksa ben geçmişin, çevrenin ve bilinçaltının bir araya geldiği bir çuval çürümeye devam eden et miyim sadece? Kim bilir belki bu eti ikna edebilirsem Tanrı olduğuna, var olabilir herkes gibi toplumda.
Yorum Bırakın