Bu yazıyı biraz zaman içinde düşüncelerimin evrimini izleyebilmek adına "kendime not" şeklinde yazıyorum. Bu yılı, kitap okuma kulübünün de etkisiyle Schopenhauer ile açtım ve geçtiğimiz Ocak ayı boyunca tüm düşüncelerim, -Friedrich Nietzsche, Richard Wagner, Sigmund Freud ve Ludwig Wittgenstein gibi isimlerin ilham aldığı ve etkilendiği- Schopenhauer ve felsefesine boyandı. Liseden beri felsefeye özel bir ilgim var ve o zamandan beri en dikkatimi çeken iki filozof var: Schopenhauer ve Nietzsche. Buraya kadar oldukça klişe, kabul ediyorum. Bu noktadan sonra ise biraz Schopenhauer ve felsefesinden ardında da Yalom'un "Scopenhauer Tedavisi: Bugünü Yaşama Arzusu" kitabından bahsedeceğim; kitabı okumayanlar için yazının devamı alıntılar ve "spoiler" içerecektir, belirtmek isterim.
Okurken dinleyebilirsiniz:
Richard Wagner -Der Ring des Nibelungen, Das Rheingold Act 2: Part I (A)
Schopenhauer benim için neden bu kadar etkili, dikkat çekici ve önemli?:
Pesimist olmakla eleştirilen Arthur Schopenhauer'u hiçbir zaman pesimist olarak görmediğimi baştan belirtmeliyim. Burada bence bir yanlış anlaşılma var, tıpkı Nietzsche'nin bir nihilist olarak tanımlanmasında ya da ele alınmasında olduğu gibi. Biraz açalım şimdi bu noktayı, bunu Scopenhauer'den biraz bahsederek yapmaya çalışacağım. Arthur Schopenhauer, 1788-1860 yılları arasında yaşamış Alman bir filozof; Danzigli tüccar bir ailenin soyundan geliyor. Babası, kendisinin ailenin tüccarlık işine devam etmesini ister ve üzerinde bu yönde bir baskı kurarken Schopenhauer, ticaret ile ilgilenmiyor. Tartışmalı geçen yıllardan sonra Arthur henüz çok gençken babası kendisine, ailesiyle birlikte Avrupa ülkelerinde genel bir eğitim seyahati yapmasını ve bu seyahat sonrasında karar vermesi gerektiğini söyleyerek bir öneride bulunur. Arthur bu öneriyi kabul eder ve bir yıl sürecek olan bu seyahate çıkar. Schopenhauer bu seyahat üzerine tüccar olmak için babasının bri arkadaşının yanında stajyerliğe başlar. Kısa bir süre sonra (bazı kaynaklara göre intihar) babası hayatını kaybeder; bir yazar olan annesi arzusunu çektiği özgürlüğüne kavuşmuştur. Oğluna istediği eğitimi almasının yolunu açar ama bir yandan bu yeni kazandığı özgürlüğü kaybetmemek ve Arthur'u kendisinden uzaklaştırmak için attığı bir adımdır. Schopenhauer'ın annesiye zaten oldukça soğuk ve mesafeli olan ilişkisi, bu noktadan sonra iyice soğuyacak ve bir süre sonra yirmi yıl boyunca bir daha hiç göüşmemelerine kadar varacaktır.
Schopenhauer'ı ilk okuduğumda (Aşkın Metafiziği Üzerine) beni de rahatsız eden kadınlar üzerine olan görüşlerinin sebebi annesi ile olan ilişkisine bağlanabilir; ama bu ayrı bir konu ve psikoloji ile bağlantılı. Konudan daha fazla sapmadan kısa hayat hikayesinden sonra bir az felsefesine dönelim. Kant'ın kendisi için oldukça önemli ve etkileyici olduğunu belirterek, Schopenhauer'ın Kant’ın "kendinde şey" kavramını irade ile özdeşleştirerek, gerçekliğin özünün akıl ya da bilinç değil, bilinçsiz ve doyumsuz bir isteme olduğunu savunduğunu söyleyebiliriz. Schopenhauer için, evrenin ve yaşamın temelinde rasyonel bir düzen değil, bilinçsiz ve kör bir irade vardır ve bu irade, sürekli bir şeyler istemeye ve arzulamaya devam eder. İstediğini elde ettikten sonraki geçici tatmin duygusundan kısa bir süre sonra bu isteme (istenç) başka bir şeyi arzulamaya dönüşür; bunu bir tekerlek ile sembolize edebiliriz; insan bu döngü içerisinde nihayetinde de asla tatmin olmaz. İnsanlar bilinçli varlıklar gibi görünse de aslında onları yönlendiren şey rasyonel akıl değil, irade der ve açlık, cinsellik, hayatta kalma içgüdüsü gibi güçlü içsel dürtüler bu iradenin, ya da istencin desek daha doğru olabilir, tezahürleridir. İşte tam olarak bu sonsuz bir istek (arzu) ve tatminsizlik içinde olduğu için insan yaşamı acı ve ıstırapla doludur; "yaşam, ölüme ulaşmakta bir engel"dir onun için.
Schopenhauer’a göre insanın bu acı/ıstırap döngüsünden çıkabilmesinin birkaç yolu vardır ki bunlar; sanat (özellikle müzik için tüm sanatların içinde en yücesi der), erdem (burada bencil arzuları bırakıp şefkatli ve erdemli bir yaşam sürmeyi kast ediyorum) ya da iradeyi/istemeyi tamamen bırakarak ve dünyevi arzuları reddederek bu ızdıraptan kurtulmaktır. Nietzsche'nin "babam" dediği Schopenhauer'dan ayrıldığı önemli bir nokta da, Nietzsche'nin hayatı kutlarken Schopenhaure'ın en iyi varoluş biçiminin hiç varolmamış olmayı dilemek olduğunu söylemesidir zaten. Özetlemeye çalışırsak Schopenhauer, hayatın acılarını kabullenmeyi ve bu acıları aşmak için yollar bulmayı önerirken; Nietzsche, hayatın acılarını bir güç kaynağı olarak görür ve bu acıları aşarak daha güçlü bir varoluşa ulaşmayı savunur.
Schopenhauer, mutluluğa da bu sebeple oldukça septik yaklaşır ve hatta ulaşılamaz bir şey olarak görür. Ona göre insan doğası gereği doyumsuzdur çünkü; bir isteğini gerçekleştirdiğinde kısa süreli bir tatmin yaşasa da ardından yeni bir arzu belirir demiştik. Mutluluğu bir hedef olarak kovalamaktansa, ıstırabı en aza indirmeyi daha gerçekçi bir yol olarak görür Schopenhauer. Şimdi tam bu noktada buna pesimizm mi demeliyiz yoksa gerçekçi mi? Benim görüşüme göre, bu görüşlerin hepsi oldukça gerçekçi ve pesimist bir bakış açısını yansıtmıyor. Schopenhauer için ciltler dolusu kitap yazılmıştır ve felsefesinin tümünden burada bahsetmek hem haddime değil hem de imkansız; bu sebeple benim için birkaç can alıcı noktanın daha alıntısını yapıp kitabın ben de yarattığı izlenime geçeceğim.
Birkaç Schopenhauer alıntısı;
"Hayat, bir sarkaç gibi acı ile can sıkıntısı arasında gidip gelir." (Schopenhauer, hayatın temelde acı ve ıstırap dolu olduğunu, mutluluğun ise geçici ve aldatıcı olduğunu savunur.)
"Müzik, iradenin doğrudan bir ifadesidir." (Schopenhauer, müziği diğer sanat formlarından üstün görür ve onu iradenin en saf ifadesi olarak kabul eder.)
"Yalnızlık, büyük zihinlerin kaderidir." (Schopenhauer, yalnızlığı bir zorunluluk olarak görür ve büyük düşünürlerin genellikle toplumdan uzak yaşadığını savunur. Burada bir şeye daha değinmeliyim; Schopenhauer için hazların en büyüğü "zihinsel/entelektüel hazlardır. İnsanın iç dünyası ne kadar doluysa, dış dünyaya da o kadar az ihtiyaç duyar. Entelektüel olarak düşük kapasiteli insanlar, sosyalleşir demek de yanlış olmaz sanırım bu noktada.)
"Entelektüel faaliyetler, insanı geçici dünyanın acılarından uzaklaştırır." (Schopenhauer, entelektüel uğraşların insanı günlük hayatın acı ve sıkıntılarından geçici olarak kurtardığını düşünür. Felsefe, sanat ve bilim gibi alanlarda çalışmak, insana daha yüksek bir tatmin ve huzur sağlar.)
Sanırım benim sevdiğim bu:
“Bir insanın iç dünyası ne kadar zengin olursa, dış dünyadan o kadar az şeye ihtiyaç duyar.” (Kendi düşünceleriyle mutlu olabilen insanların daha bağımsız ve huzurlu yaşadığını dile getirir.)
Yalom'un "Schopenhauer Tedavisi: Bugünü Yaşama Arzusu" üzerine;
Kitapları aldığımda genelde ilk sayfalarına tarih atarım, bu kitap uzun süredir kitaplığımın bir köşesinde okunmayı bekliyordu. Her zaman kitap alırım ve sonra karıştırır incelerim; o an okumak istemediysem zorlamam, çünkü bilirim ki onların bir zamanı var. Bu kitabın ilk sayfasına attığım tarih 16 Ağustos 2012 tarihine aitti. Schopenhauer okuduktan sonra aklıma geldi ve elime alıp kolayca akan bir şekilde okumaya başladım. Yalom, Schopenhauer'ı Philip karakteri adı altında bedenleştirerek karşısına almış onunla tartışıyordu adeta. Roman, ölümcül bir hastalıkla yüzleşen terapist Julius Hertzfeld'in, eski hastası Philip Slate ile olan etkileşimini üzerinden ilerliyor ve ikinci yarısından itibaren daha çok sosyal ilişkiler ve önemi üzerinde duruyor. Birbirini takip eden kısa bölümlerle yazılmış iskeletinde, Schopenhaure'ın hayatı ve felsefesi hakkında da bilgi veriyordu kitapta.
Philip, Julius ile yaptığı yıllarca süren terapisinden hiçbir fayda sağlamadığını ancak Schopenhauer'ın felsefesiyle kendi sorunlarını çözdüğünü ve dahası kendisinin de felsefi danışman olarak insanlara danışmanlık etmek istediğini söyler. Julius, onu sosyal ilişkilerinde zorlandığı için terapist olmadan önce kendi yürüttüğü grup terapisi seanslarına davet eder. Kitabın son çeyreklerine geldikten sonra Yalom'un biraz yanlı davranmaya başladığını düşünerek kitabın başlarına nazaran daha zorlanarak okuduğumu itiraf etmeliyim. Gerçi belki de Schopenhauer hayranlığımdan dolayı ben de taraflı bakıyor olabilirim burada. Philip Slate karakteri, Schopenhauer'ın felsefesini harfiyen uygulayan bir figür olarak karşımıza çıkıyor evet ama özellikle ikinci yarıdan itibarenPhilip'in hayatının soğuk olduğu, aslında hayattan kaçtığı, mutlu olmadığı ve yalnızlığından olumsuz etkilendiği gibi yorumlarda bulunuyor Yalom. Hatta Schopenhauer'ın hayatından ve felsefesinden bahsettiği bölümlerden birinde; Schopenhauer'ın "sosyal açıdan özürlü ve oldukça kör" olduğunu söylüyor. Başka bir yerinde "incelik, zarafet ve yaşama sevincinden yoksun" olarak tanımlarken; "şüpheci, kronik korkak, büyük insansevmez" gibi kelimeleri kullanıyor.
Yalom, Schopenhauer'ın bakış açısının, insanın hayatı anlamlı kılma çabalarını baltalayabileceğini düşünür; bunu anlıyorum. Ama bence tüm bu "acılardan uzaklaşma" çağrısı, aslında bir tür "kurtuluş" arayışı bence ve bu açıdan bakıldığında, Schopenhauer'ın felsefesini "pesimist" olarak görmüyorum ve bunu bir umutsuzluk değil, bir tür içsel huzur arayışı olarak nitelendiriyorum ben. Diğer yandan Schopenhauer'ın yalnızlık vurgusunun, insanın sosyal bir varlık olduğu gerçeğini göz ardı ettiğini düşünür; bunu anlayamıyorum. Schopenhauer için "yalnızlık" kavramı romadan Philip'in de bir yerlerde bahsettiği gibi onun tercih ettiği bir şey ve bunu kendisine bahşedilmiş bir armağan gibi görüyor. Yalnız kalma ihtiyacını sıklıkla hisseden biri olarak, yalnız kalma özleminin ve bu yalnızlığın verdiği hazzın, insanın kendisine yetebilmesi olarak görüyorum şahsen. Çünkü bence de yalnızlık, insanın kendi iç dünyasına dönmesine, kendini keşfetmesine ve entelektüel olarak gelişmesine olanak tanıyor ve bana da haz veren bir durum. Schopenhauer'ın felsefesinin insanı pasifliğe ve yalnızlığa itebileceğini savunuyor kısaca Yalom, ama bana göre aslında insanın hayatla aktif bir şekilde yüzleşmesi gerektiğini vurgulayan bir çağrıda buunuyor Schopenhauer.
Burada Yalom'a özellikle son sayfalarda Philip karakteri üzerinde yarattığı baskıdan dolayı sinirlendiğimi de itiraf etmeliyim. Kitabın sonu ben de Schopenhauer'ın felsefesini eğip büküp yanlışlayarak Philip karakterini sevgi dolu ilişkiler yumağı içinde olduğunda mutlu olabileceği yargısına vardırıyor ve burası bana biraz ütopik ve yüzeysel geldi. Sıkı bir Schopenhauer hayranı olduğum için oldukça kitabın sonlarının bende huzursuzluk yarattığını ve belki de bunu biraz daha açıp neler hissettiğimi yoklamam gerektiğini hissettim. Yine de Yalom'un kitabın sonunda sunduğu "mutlu son", Schopenhauer'ın felsefesiyle tam olarak örtüşmüyor bence. Yalom'un felsefe ile modern psikoterapiyi birleştirmeye çalıştığı bu kitabı yine de keyifli bir okuma sunuyor. Benim belki de buradaki sorunum, felsefenin, modern psikolojik yöntemlerle kıyaslanınca her türlü daha etkili olduğunu düşünmem ve bende de daha etkili ve rahatlatıcı argümanlar sunmasındandır. Kitapta sıklıkla bahsedilen "Buddenbrooklar" bir sonraki durağım olabilir. Yeterince uzun ve yoğun bir yazı oldu, sanırım burada kesmeliyim artık.
Kitabı buradan inceleyebilirsiniz: Irvin Yalom - Bugünü Yaşama Arzusu / KitapYurdu
Siz Schopenhauer ve felsefesi üzerine neler düşünüyorsunuz?
Kaynaklar:
Arthur Schopenhauer - Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar
Arthur Schopenhauer - Aşkın Metafiziği
Arthur Schopenhauer - Mutlu Olma Sanatı (İş Bankası Yayınları, özet niteliğinde)
Irvin Yalom - Schopenhauer Tedavisi: Bugünü Yaşama Arzusu
Yorum Bırakın