Bazen bir kenti kaybetmekle başlar her şey.
Bildiğin yollar sana yabancılaşır,
kaldırımlar ayaklarının altından çekilir de fark etmezsin.
Tanıdık sokaklar,
tanıdık yüzler…
Ama içlerinde bir boşluk taşırlar artık.
Sanki çok sevdiğin bir şarkının sözleri, anlamını yitirmiş gibi.
Aynı notalar
aynı melodi
ama eksik bir şey var.
Anlamın kendisi, belki de senin içinde bir yerde unutulmuştur…
Gecenin yüzü eksilir camlardan.
Uykusuz bir çocuğun gözlerindeki yorgunluk gibi, karanlık bazen daha derindir.
Zaman avuçlarından kayan bir su gibi akar gider ve sen, o suyun içinde eksildiğini hissedersin.
Kendini tamamlayamadığın bir zamana sıkışmışsındır.
Oysa zaman, eksik kalmış hikâyelerin yasını tutmaz…
Bazen en derin yalnızlık, bir insanın varlığıyla çoğalır.
Yanında duran, ama aslında çoktan uzaklaşmış biriyle paylaşılır en büyük boşluk. Kelimeler havada asılı kalır, toprağa düşmez. Hiçbir harf, içinden yeni bir bahar filizlendirmez. Konuşsan, sanki hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi susarsın. Sustukça, içindeki şehir biraz daha kaybolur.
Ve gözlerini kapatınca en çok neyi görüyorsan, belki de en çok onu kaybetmişsindir. Bir kenti, bir insanı ya da sadece kendini. Belki hiçbirini, belki de hepsini birden.
Ama sabah yine de doğar. İçinde hiçbir şeyi tamamlamayan bir ışıkla. Ve sen, adımlarının nereye varacağını bilmeden yürürsün. Sanki bir yere varacakmışsın gibi, sanki bir gün eksik yanların tamamlanacakmış gibi. Bilerek ya da bilmeden, kayıp şehirlerin sokaklarında kaybolmaya devam edersin.
Yorum Bırakın