Roma’nın solgun taşları
yüzyıllardır kanı emmiş
çığlıkları yutmuş
sessizliğe bürünmüş birer mezartaşı.
O taşların üstünde bir at düşer.
Beli bükülür
gözleri kararır
ama ondan önce
insanın insanla olan bağı kırılır.
Ve Nietzsche
yalnızlığın en keskin yerine diz çöker.
Bir atın titreyen boynuna sarılırken
kendi içindeki uçurumun kıyısına bakar.
O uçurum—benim.
O çığlık—içimde.
Atın nefesi
zamana sıkışmış bir fısıltı
Kafka’nın kehaneti gibi
bir hiçliğin içinde yankılanıyor.
Yüzyıllar sonra dahi
camların arkasında boğulan bir adamın
boğazında düğümleniyor.
Kendi gölgeme dokunuyorum.
Soğuk
silik
ama derin…
Bir atın düşüşüyle sarsılan dünya
benim içimde çoktan yıkıldı.
Her sessizlik bir çığlık taşıyor.
Her çığlık, bir filozofun son duası gibi
bir atın boynuna dolanıyor.
Ve Nietzsche
dizlerinin üstünde
insanın kaderini anlıyor.
Atın gözleri ona
onun gözleri bana bakıyor.
Ve biz, üçümüz de susuyoruz…
Yorum Bırakın