Advertisement

Bedenim de İşkencenin Coğrafyasıymış

Bedenim de İşkencenin Coğrafyasıymış
  • 0
    0
    0
    0
  • Gözümü dağların koynunda açtım

    Rüzgâr Kürtçe ninni söylerdi

    Ana sütü gibi sert ve yakıcı

    Taşlar

    dereler

    toprak…

    Hepsi anamın sesine benzerdi.

    Çocukluğum bir sınır karakolunda

    Üstümüzden geçen jetlerin gölgesinde

    Elleri kelepçeli babamın

    Ardından ağlamakla geçti.


    Yani anlayacağınız

    Dağların omzunda başladı hikâyem

    Bir çoban ateşinin etrafında

    Rüzgârın taşıdığı yasaklı kelimelerle.

    Her sabah ezanla değil

    Kar maskeli adamların çizmeleriyle uyandım.

    Ve bir annenin fısıldadığı dualar gibi

    Toprağa sinmişti korku.


    Kitaplarıma düşman bakan gözler gördüm

    İsmimi telaffuz edemeyen öğretmenler

    Ve yasaklanmış bir alfabenin

    Yetim harfleriyle büyüdüm.


    Eksilmeden kalan son şeymiş yurt.

    Ama ben eksildim.

    Yani eksilerek büyüdüm.

    Her sokakta

    her okulda

    her meydanda

    Bir parçam kaldı geride.

    Gözaltılarda kemiklerim

    Mahkemelerde ismim

    Hapishanelerde sesim kırıldı.

    Kırıldıkça çoğaldı.

    Çoğaldıkça korkuttu.


    Sonra şehirler…

    Asfalt

    beton

    paslı merdivenler

    Kimliğim cebimde taşınan bir tehdit

    Dilimin her hecesi suç delili gibi.


    Bir gece vakti ellerimi arkadan bağladılar

    Bir gece

    bir hücre

    bir çığlık…

    Bir bodrum katında yüzüme su çarptılar

    Sert ve soğuk.

    Sordular

    “Kimliğin ne?”

    Sustum.

    Dilimin ucunda koca bir halkın tarihi vardı

    Ama dişlerimi sıktım.

    Çünkü bazı kelimeler

    Tükürülmez yere.

    Tırnaklarımın arasına sıkıştı kimliğim

    Ve etime kazınan küfürlerden öğrendim

    Bedenim de işkencenin coğrafyasıymış.


    Sonra bir şehirden bir şehre

    Bir sınırdan bir sınıra

    Sürgünün rüzgârı savurdu beni.

    Biletlerim hep tek yönlüydü

    Gittiğim yerler asla “varış” olmadı.

    Şimdi sürgün yollarında

    Bir yabancı kentin köhne odasında

    Ülkemi haritalardan değil

    Yaralarımın izinden buluyorum.


    Biliyor musun

    Sürgün, bir masanın başında oturup

    Kendi dilinde bir şarkıyı

    Kendi çocuğuna söyleyememektir.

    Baba diyeceği adamın

    Kendi ismini bile fısıldayamamasıdır.

    Sürgün, öldüğünde

    Tabutunun bile bir ülkeye ait olmamasıdır.


    Ama bilirim

    Kelimeler de bir gün geri döner

    Toprak gibi

    Kök gibi

    İnatçı bir nehir gibi.

    Bir pasaport kadar uzağım mezarıma

    Ve bir şarkı kadar yakın

    Adını unutmayan dillerde

    Zazaca

    Kurmancî

    Soranca…

    Ve bir sabah

    Bir çocuk

    Yine Kürtçe bir ninniyle uyanacak.

    Ve bu defa

    Hiçbir rüzgâr

    O sesi susturamayacak…


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.