Bazen bir sessizlik iner insanın içine.
Öyle derin
öyle ağırdır ki,
taşınsa bir ömür eskir, anlatılsa bir dil yetmez.
Ne kadar konuşsan yankılanmaz, ne kadar yazsan tamamlanmaz.
Zamanın içinden geçen bir nehir gibi akmalıydı her şey;
ama o nehir çoktan kurudu.
Kuru bir toprağın yağmur beklemesi gibi bekledim.
Bekledikçe çatladım, bekledikçe içimdeki sesler sustu.
Göç etmek
gitmek sanılır çoğu zaman.
Oysa gitmek
bir kapıyı çekip ardında bırakmak değildir.
Gitmek
insanın kendisini sırtlanmasıdır.
Her şeyi taşımaktır; unutulmayan sokakları, kapanmayan yaraları, peşinden sürüklenen gölgeleri.
Ne kadar uzağa gidersen git,
ne kadar derine saklanırsan saklan,
geçmiş peşini bırakmaz.
Her yol bir iz bırakır
her durak bir eksiklik…
Geceleri uykuyla uyanıklık arasında bir yerde
adını bilmediğim bir boşlukta gezinirim.
Bir ses duyarım bazen;
tanıdık ama kaybolmuş bir ses.
Bir el uzanır geçmişin derinliğinden, tutamam.
Suretler belirir gözlerimin önünde
bir zamanlar sevdiğim
bir zamanlar bildiğim
ama şimdi sadece gölgeleri kalmış yüzler.
Gidenlerin ayak izleri çoktan silinmiştir
ama bıraktıkları boşluk hâlâ durur.
Sesleri susmuştur
ama sessizlikleri büyür içimde…
Bir evin
bir şehrin
bir sokak köşesinin unutulabileceğini sanırız bazen.
Oysa asıl unutulan bizizdir.
Sokaklar bizi hatırlamaz
pencereler gözümüzün değdiği eski camlardan ibaret değildir artık.
Bir zamanlar ait olduğun yerler
bir bakmışsın seni çoktan yabancı bellemiştir.
Ve bir gün
nereye gidersen git
kendinden kaçamayacağını fark edersin.
Göç etmek, yalnızca bir yer değiştirmek değil
bazen de aynı boşlukta sonsuza kadar dönüp durmaktır.
Gitmek, bazen dönüp dolaşıp aynı boşlukta kaybolmaktır
Ve en derin göç
insanın kendi içine yaptığıdır…
Yorum Bırakın