Advertisement Tracker

Güzelliğin İzinde: American Beauty

Güzelliğin İzinde: American Beauty
  • 0
    0
    0
    0
  • Gençken hayat, ilerisi belirsiz bir geleceğin nasıl olacağını düşleyerek geçen günlere sahne olur. Yapacağınız mesleği, evleneceğiniz kişiyi ve olası çocuklarınızı bir araya getirdiğimiz hayal gücümüzle her gün yeni gelecekler inşa ederiz.

    Her geleceğin kendine özgü bir yanı vardır; kimisi "evli - mutlu - çocuklu" bir temaya, kimisi kariyerinde başarılı olmuş bir insanın gururuna sahiptir. Ve hemen hemen kimse geleceğiyle ilgili bir hayal kurarken hayatının tepetaklak gideceğini, olduğu kişiden bambaşka birisine dönüşeceğini, mutsuz ve sahte bir evlilik yapacağını, bu evlilikten kendisinden nefret eden bir çocuğa sahip olacağını düşlemez. Bunu aklının ucuna dahi getirmekten kaçınır.

    Çünkü gençken hayat - her şeye rağmen - güzeldir. En azından olması gereken budur diye düşünürüz. Hayatın güzel olduğu ve güzel bir hayat yaşayacağımız inancını bir kolye gibi boynumuzda taşırız.

    Bu inancın sarsılacağına, bir gün herkesten ve en çok da kendimizden nefret edeceğimiz sabahlara uyanmaya başlayacağımıza hiç ama hiç ihtimal vermeyiz.

    Oysa her şeyin ters yüz olduğu, insanın kendisini hiç hayal etmediği bir pozisyonda bulduğu bir geleceğe de gebedir hayat.

    Öyle ki her gün hem de en yakınları tarafından bir zavallı gibi hissedebilir insan. Belki yanlış seçimler, belki yanlış kişiler onu yanlış bir hayata taşıyabilir.

    Ve o noktadan sonra hayat, içinde güzellik barındıran bir şey olmaktan çok uzaktır.

    Orta sınıf insanın yaşamındaki güzellik eksikliğini anlatıyor American Beauty. Kapitalist üretim biçiminin canavar yapısıyla, toplumsal normların baskısıyla, bireyin kalabalıklar içindeki yalnızlığıyla ve dahasıyla güzellikten nasibini almamış hayatları anlatıyor.

    Orta yaşlı bir adamın; mesleki konumuyla, eşi ve çocuğuyla olan ilişkisiyle hayata karşı nasıl mağlup olduğunu görüyoruz. Üstelik bulunduğu bu üzücü yere zamanla, yıllar yılı geçtikçe yavaş yavaş geldiğini ve gerçek benliğinin artık "gerçek" olamayacak kadar geride kaldığını anlıyoruz.

    Geçmişinde yokluklar ve acılar olan bir kadının tek idealinin mesleğinde yükselmek ve toplum tarafından kabul görmek olduğunu görüyoruz. Her şeyi ama her şeyi "kitabına" uygun yapmaya gayret etse de aslında her şeyini kaybetmeye doğru giden bir hayatı olduğunu anlıyoruz.

    Toplum tarafından kabul görme isteğinin bir başkasını model olmak isteyen liseli bir kızda görüyoruz. Hayattaki en büyük korkusunun, "sıradan olmak" olduğuna şahitlik ediyoruz. Sıradan olmaktan o kadar korkuyor ki bu genç kız, kendisi hakkında bin türlü yalan uyduruyor. Çünkü ancak "sıra dışı" olursa sevileceğini, değer göreceğini düşünüyor. Kendisinin aslında ne olduğunu bir tek kendisi bilse de etrafındakileri "sıra dışı" olduğuna inandırarak bu sayede popüler birisi olmayı da başarıyor.

    En yakın arkadaşının bu popülerlik durumunu kıskanan, annesi ve babasının ikisinden de nefret eden bir genç kızın kendisinde bulduğu kusurları ve kendisini güzel görmeyişine tanık oluyoruz.

    Ve ona aşık olan, disiplin takıntılı bir babaya ve psikolojik sorunları olan bir anneye sahip bir gencin hikayesine konuk oluyoruz.

    En başından beri tüm karakterler -Ricky hariç- hayatın içindeki güzellikleri “ıskalayan” karakterler olarak karşımıza çıkıyor. Ve her birinin kendi hikayesini nasıl tersine çevirmeye başladığını gördükçe nasıl bir hayat yaşayacağımızı seçebildiğimizi görüyoruz.

    Ve hayattaki güzellikler, rüzgârda yapraklarla birlikte dans eden beyaz bir poşet gibi önümüzde duruyor. Mesele yalnızca onu yakalayıp kendimizi rüzgarın şarkısına bırakabilmekte…


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.