Yaşamımız boyunca, hayatın karanlığının dikenli sarmaşıklarıyla kaçınılmaz olarak yüz göz oluruz. Sarmaşıklar benliğimize dolanıp bizi kendi zihnimizin esiri haline getirdiğinde iki seçenek belirir önümüzde: Sarmaşıkların boyunduruğu altına girmek veya onlarla dans etmeyi öğrenmek. Fakat hangi irade kabullenir sarmaşıkların boyunduruğu altındayken dikenler içinde kanamayı? Zaten bu kabullenişin altında yatan en trajik absürtlük de budur: Benliğini ve iradesini zincirleyecek olan prangalara kendi kendini dolamak.
Zira yaşamın karanlığında, bir ateş böceğinin sahip olduğu narin ışığı içinde barındırabilecek kadar bile parlamaktan korkarlar. Hayatın yoluna çıkardığı çeşitli badirelerle mücadele ederken burunlarının bile kanamasından çekinirler. İşte, köleliğin barınabileceği, boyunduruk altına kolayca sokulabilecek en uygun zihniyet de budur: Korku ve tahakkümün üzerinde inşa edilmiş, iradesiz ve etkisiz bir kimlik.
Böyle bir kimliğe sahip kişi, karşısına çıkan en ufak zorlukta korkusunun ve sarmaşıkların esiri haline gelirse, yitirebileceği en pahalı şeyi yitirir artık: özgür iradesini ve kimliğini. Çünkü korkunun barındığı yerde saf bir özgürlükten söz edilemez. O yüzden ayyaş ve aidiyetsiz bir dal parçası gibi, savrulur durur düşüncelerinin denizinde.
Zira kendi yaşamının öznesi değildir artık. Oysaki burnunun kanamasından bile korkarken, sarmaşıkların dikeni her yerine batıp kanatmıştır duygularını. Ne dans etmeyi aklına getirebilecek kadar içinde cesaret kırıntısı barınabilir, ne de kendisine batan dikenlerin farkındadır. Çünkü o buna “kader” demiştir. Yaşantısının sorumluluğunu alma yükü, çelimsiz kişiliğine ağır gelir. Seçim yapmak bazen cehennem gibidir çünkü sonuçlarını da göze alma zorunluluğu bırakır. Haliyle özgürlükten, kendi kendisinin efendisi olmaktan, düşüncelerini kontrol altına almaktan, dertlerinin şiddetini belirlemekten, konuşmaktan, fikirlerden mahrumdur. Korkuyordur çünkü birazcık bile sivrilmeyi, kendi başına birey olma sorumluluğunu göze alamamıştır.
İşte böyle bir kişilik, herhangi bir konuda özgür olmaya uygun değildir. Ama düşüncelerinin, duygularının, dertlerinin, diğer insanların, yönetimlerin, baskının boyunduruğu altına girmeye oldukça hazırdır. Hayat onu güçlendirmek ve kendi başınalığını öğretmek için bazen uçuruma sürükler ancak o uçuruma biraz bile bakmadan kaçıp gider. Kaçıp gittiği yerde dikenli sarmaşıklar onu beklemektedir.
Bu “dikenli sarmaşık” metaforundan kasıt; kontrolsüz, zehirli düşünceler, yanılgılar, ön yargılar, dağ gibi sorunlardır. Kişi, kullanmayı beceremediği iradesinin, düşüncelerinin ve sorunların ağırlığı altında ezilmektedir. Tamamen kendi zihninin içinde var olan, kendisine ait olan bu düşünceler, onun şahsi efendisi olmuştur artık. O düşüncelerine yön verecek zaman, düşünceleri onu sürüklemeye başlar. Bu süreç, bir insanın iradesinin ne kadar kendisine bağlı olduğunu ama aynı zamanda onu kullanmayı bilmezse kendi kendini nasıl söndüreceğinin, kendi potansiyeline olan ihanetinin trajik bir gösterisidir. O sebeptendir ki, insan hayatın aşırılıklarından ve sivri dişlerinden korktuğu ve yorulduğu anda aklına getirmelidir ki, iradeli bir mücadele ile geçen bir yaşam; korkunun, baskının, zihinsel ve toplumsal prangaların esiri altında geçen bir ömürden daha değerlidir.
Yorum Bırakın