Ayaklarımın altından çekildi toprak
adımlarım, artık bir boşluğun hatırası
gökyüzü, eskimiş bir mendil gibi sarkıyor üstümde
rüzgarı unutmuş yıldızlar küflü.
Bir ağızdan dökülen her sözcük
zamanın paslı kilidine sürülüyor
dil, kendi içine kapanmış bir yara gibi
suskunlukla kanıyor geceye.
İnançlar, unutulmuş heykellerin çatlaklarında uyuyor
ve eller
dokunduğu her şeyi
biraz daha eksiltiyor.
Aşk, yalnızca rüzgarın saçtığı bir küldü
dokundukça dağılan
anıldıkça ölen.
Gözlerimde eski bir uykunun mor izleri
adını hatırlamadığım bir rüyaya hapsolmuşum
her sabah, başka bir mezar taşıyla uyanıyorum
ve her adımda biraz daha eksiliyorum kendimden.
Zaman, artık bir ölçü değil
biriken bir sis gibi
içime çekiyorum her dakikayı
ve her nefes biraz daha ağır geliyor ciğerlerime.
Kapılar çoktan yitti
duvarlar konuşmuyor
ve sessizlik
bütün soruları boğarak büyüyor içimde.
Ölüm, bir son değil burada
sadece yavaşlatılmış bir unutuluş
bir sesin yavaşça kaybolduğu uçurum.
Adım yok
yönüm yok
yüzüm yok
sadece solmuş bir hafıza
ve kıyısında unutulmuş bir şiir kırıntısı kadar
kırılgan bir varlık…
Yorum Bırakın