uyandığımda
ismim yastığın altına düşmüş
ben başka birinin rüyasından
yanlışlıkla sızmışım bu bedene.
derim üzerime bol geliyor
göz kapaklarım yer çekimine direnmiyor
ve hiçbir aynaya çıkmıyor suratım artık.
sabah dediğin şey
sadece ışığın geç kaldığı bir karanlık
biraz daha durursam
dünyadan tamamen düşeceğim.
saat yok
bir duvar saati vardı
kendini astı geçen ay…
içimde hiç açılmamış bir oda var
kapısı yok
penceresi yok
ama orada uyanıyorum her gece.
orada kimse konuşmuyor
konuşan olursa duvarlar utanıyor.
ben o odada sustukça büyüyorum
bir gün oradan taşacağım
ve hiçbir dil
beni anlatamayacak.
tanrının uyuduğu saatlerde yaşıyorum ben.
dua edemeyecek kadar boğazımda
biriken cam kırıkları var.
dilimi çıkarsam
üzerine kazınmış hayal kırıklıklarını görürsün.
çok denedim
birine “anla” demeyi
ama herkes kendi sessizliğine kör…
ellerimle kazıyorum zamanı
tırnaklarımda dünün tortusu.
bugün dediğin şey
sadece geçmişin biraz daha çürümüş hâli.
her şey geçiyor diyorlar
ben geçmedim.
ne zamandan, ne acıdan, ne kendimden.
ben bu odada asılı kaldım.
insan bazen içindeki boşluğu seyreder
bir televizyon gibi
sinyal yok…
bazen de kendi sesinden
rahatsız olur
çünkü yankı kendini inkâr etmeye başlar.
dışarıda insanlar birbirine sarılıyor
ben içimde çürüyorum.
gülüşlerim montaj
bakışlarım yapay zekâ ürünü.
bana dokunan olmadı yıllardır
gerçekten.
dışım hâlâ insan gibi belki
ama içim eski bir bodrum
nemli, karanlık, kilitli…
bazen bir cümle kuruyorum içimden
öyle keskin ki
boğazımı çizip geçiyor.
kanıyorum
ama kanımı kimse görmüyor çünkü
kan artık renksiz.
bir sigara yakıyorum
dumanı yukarı değil
aşağı çıkıyor.
her şeyin yönü tersine
çünkü ben yanlış yönde doğdum bu hayata.
ve sonunda
bir şiir kalıyor sadece
okunmayacak kadar kırık
yazılmayacak kadar geç...
Yorum Bırakın