Ruh, konuşmaz. Ruh, anlatmaz. Ruh, açıklamaz. Çünkü onun dili sessizliktir. Ve bu sessizlik, gürültüsüz değil, anlamla yüklü bir boşluktur.
Dış dünya sesle örülüdür. Konuşmalar, haberler, uyarılar, reklamlar, düşünceler… Her şeyin bir sesi vardır. İnsan, doğar doğmaz bu seslerin ortasına düşer ve zamanla kendi sesini bulmaya çalışırken, içindeki sessizliği kaybeder. Çünkü biz, sessizliğe tahammülsüzüz. Sessizlik bize boşluk gibi gelir; anlamsızlık gibi. Ama aslında en derin anlamlar, sessizlikte doğar.
Bir söz, anlamını söyleyenin sesinden değil, susanın içinden alır. Gerçek söz, sessizlikten doğandır. Ve gerçek anlayış, kelimeleri duymaktan çok, kelimelerin ardındaki sessizliğe dokunmaktır.
İnsan ruhu, ancak sessizlikte konuşur. Bir kararın kıyısında dururken, bir ağacın yaprağına bakarken, bir gece uykusuzken, bir kaybın ortasında… Hiçbir şey söylemeden, hiçbir şey anlatmadan… Sadece var olarak, sadece hissederek…
Fakat modern zihin, sessizliğe karşı eğitimlidir. Hemen doldurmak ister. O boşluk rahatsız eder, çünkü düşünceler orada yankılanır. O yüzden müzik açarız, birilerine yazarız, kalabalıklara karışırız, içeriklere gömülürüz. Hep bir sesle kendimizi oyalarken, aslında içimizdeki hakikati bastırırız.
Oda ise sessizdir. Oda, kendi sesini taşımaz. Odaya girdiğinde, dış sesler yok olur. Ama esas ürkütücü olan, içeriden gelen o ilk ses değil, o ilk sessizliktir. Çünkü sessizlik, sana kendini gösterir. Tüm savunmalar, tüm cümleler, tüm kalkanlar indiğinde, geriye kalan sadece budur: Saf bir susuş. Ve belki de ilk kez duyduğun bir hakikat.
Sessizlik, kaçılacak bir şey değil, girilecek bir kapıdır. O kapının eşiğinde insan korkar. Çünkü orada kimse yoktur. Orada, seni alkışlayan, sana cevap veren, seni doğrulayan kimse olmaz. Ama işte o yalnızlıkta, ilk kez kendi varlığının sesini duyarsın.
İlk zamanlar bu sessizlik taş gibi gelir. Ağırlığını hissedersin. Sonra yavaş yavaş o taş yumuşar. İçinde bir nehir akar gibi olur. Ve bir gün, sessizliğin de bir dili olduğunu fark edersin: Anlatmayan ama aktaran, susturan ama iyileştiren bir dil.
Bazen en güçlü dua, dilsiz bir bekleyiştir. En içli şükran, söylenmeyen bir gözyaşı. En derin anlayış, sadece yan yana susabilmekte saklıdır.
Ruhun dili sessizliktir, çünkü hakikat bağırmaz. O fısıldamaz da. Sadece oradadır. Sessizliğin içinde… gözlerinin tam önünde… ve sen, görmeyi öğrenene kadar hep arkasında dolaşırsın.
Ve bir gün, o sessizlik sana şunu söyler.
Hiçbir şey söylemeden de sevebilirsin. Anlatmadan da anlayabilir, anlatılmadan da hissedilebilirsin.
Çünkü en gerçek konuşma, ruhun kendi sessizliğinde yankılanır.
Yorum Bırakın