Newton’dan üç yüzyıl sonra, bilimin üçüncü büyük geçiş aşamasında olduğumuza inanılıyor. Bilim insanları, bu geçişin gerekçesini ve delillerini, ayrıca evrilen biyosferimizin beklenmedik yaratıcılık vizyonunu açıklığa kavuşturmayı umuyorlar.
İlk büyük geçişi, Newton’un diferansiyel ve integral hesaplamayı, klasik fiziği icat edişine borçluyuz. Abartısız biçimde söylenebilir ki, Newton bize nasıl düşüneceğimizi öğretti. Bu yaklaşım “Newtoncu paradigma” olarak adlandırmaktadır. Newtoncu bakış açısıyla evren belirlenimci yani deterministiktir, başka bir ifade ile tanımlanabilir ve sabit bir faz uzayının her zaman önceden belirlenmiş olması gerektiği varsayımı yer alır. Klasik fizik, genel görelilik dahil olmak üzere, mucizelere yer olmadığını, deterministik “saat mekanizması” evrenini bize sunmuştur. Aynı mekanistik evren, “şans”ı yalnızca bilgiye dayalı (epistemik) bir eksiklik olarak görür.
İkinci büyük geçiş, 1900 yılında kuantum fiziğinin tuhaf keşfi ve ardından gelen Heisenberg’in belirsizlik ilkesi ile gerçekleşmiştir. Bu gelişmeler, klasik fiziğin ötesine geçilmesini zorunlu kılmış ve kuantum mekaniği ile kuantum alan teorisinin mucizelerine kapı aralamıştır. Ancak kuantum teorisi, tanımlanmış faz uzayı, başlangıç ve sınır koşulları, ayrıca Schrödinger dalga denklemi yoluyla olasılık dağılımının deterministik evrimi gibi ögelerle Newtoncu paradigmanın sınırları içinde kalmaya devam etmiştir. Kuantum mekaniğinin çoğu yorumunda şans ontolojik bir nitelik kazanmıştır.
Newtoncu paradigmanın büyük gücü, fizik dışındaki alanlarda da gözlemlenebilir. Örneğin, ekoloji, türler arası besin ağı ilişkilerini ve her türün üreme oranlarını tanımlayan doğrusal olmayan dinamik denklemlerle tür topluluklarını inceler. İlgili değişkenlerin önceden belirlenmiş faz uzayı içinde bu denklemlerin entegrasyonu; limit döngüler ve doğrusal olmayan dinamik sistemlerin diğer özelliklerini ortaya çıkarabilir.
Newtoncu Paradigmanın Ötesine Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji
Araştırmacılar, şimdi ekolojiyi daha geniş bir bağlama oturtmak istiyorlar. Ekoloji, belirlenmiş bir tür topluluğuyla çalışır. Bu türler, ilgili değişkenleri ve dolayısıyla faz uzayını oluşturur. Ancak evrimsel zaman ölçeğinde, türler ortaya çıkar ve yok olur. Türlerin ve etkileşim örüntülerinin kendileri de evrimleşir. Biyosferin eşzamanlı evriminde, yeni adaptasyonlar ortaya çıkar, bazıları ise yok olur. Ekoloji, yalnızca türlerin anlamlı şekilde evrim geçirmediği zaman aralıklarında geçerliliğini koruyabilir. Yeni, anlamlı adaptif değişkenleri önceden öngörebilir veya çıkarabilir miyiz? Araştırmacılar, cevabın "hayır" olduğunu göstermeyi amaçlıyorlar.
Dünya üzerindeki yaşam yaklaşık 4 milyar yıldır, yani evrenin ömrünün yaklaşık %30’u kadar bir süredir varlığını sürdürmektedir. Eğer evrilen yaşam bağlamında Newtoncu paradigma başarısız oluyorsa, bu durum evrenin kozmolojik evriminin önemli yönlerinin de bu paradigmanın ötesinde kaldığını gösterir.
Evrimsel Yaratıcılık ve Paradigma Kırılması
Newton’dan bu yana, klasik ve kuantum fizik ‘Newtoncu paradigma’ya dayanmaktadır. Sistemin ilgili değişkenleri belirlenir; örneğin klasik parçacıkların konumu ve momenti. Bu değişkenleri birbirine bağlayan diferansiyel formda hareket yasaları formüle edilir. Ancak bu paradigma, biyosferde yeni adaptasyonların zamansal evrimini açıklamada başarısız olur. Canlı hücreler kısıtlama kapanışı (constraint closure) sağlayarak kendilerini inşa eder. Kalıtsal varyasyon ve doğal seçilim yoluyla evrimleşen canlı hücreler, evrende daha önce var olmayan yeni olasılıkları uyum sağlayarak inşa eder. Evrilen faz uzayını ne tanımlayabiliriz ne de ondan mantıksal çıkarım yapabiliriz; kümeler kuramına dayalı hiçbir matematiksel yöntem bu işlevi göremez. Biyosferde sürekli ortaya çıkan yeni adaptasyonların evrimsel zaman içindeki gelişimi için diferansiyel denklemler yazılamaz ya da çözülemez. Evrilen biyosferler, Newtoncu paradigmanın dışındadır.
Dolayısıyla, her şeyi içeren bir “her şeyin teorisi” mümkün değildir; var olacak her şeyi zorunlu olarak kapsayabilecek bir kuram inşa edilemez. Bilim, Pythagoras’ın “her şey sayıdır” hayalinden ve onu yansıtan Newtoncu fizik anlayışından öteye geçen üçüncü büyük bir geçişle karşı karşıyadır. Ancak evrilen bir biyosferin ortaya çıkan yaratıcılığını kavramaya başlıyoruz: ortaya çıkış (emergence), mühendislikle karıştırılmamalıdır.
Biyosferin İndirgenemez Artzamanlı (diyakronik) Evrimi
Yaşam, yaklaşık 3,7 milyar yıl önce Dünya’da başladı. Biyosfer, evrende bildiğimiz en karmaşık sistemdir. Bu bölümde ele alınan temel yeni mesele, bizim ya da herhangi bir biyosferin diyakronik (zaman içinde gelişen) evrimini tümdengelimsel olarak çıkarsamanın mümkün olmamasıdır. Evrimsel biyosfer, tümdengelimle belirlenen bir süreç değil, yayılarak inşa edilen bir oluşumdur. Bu durumu açıklayan nedenler ilk bakışta garip görünebilir. Çünkü, gerçekte, karmaşık şeylerin çoğu hiçbir zaman “var olamayacaktır”.
Örneğin, 300 gram ağırlığında ve kan pompalayabilen son derece karmaşık yapılar olan insan kalpleri evrende mevcuttur. Bu nasıl mümkündür? Kalplerin evrende var olmasının temel nedeni, fizik temelli yaşamın ortaya çıkmış, evrimleşmiş ve zamanla bu evrim içinde uyum sağlamış olmasıdır. Canlı organizmalar, dengeden uzak süreçlerin özel bir örgütlenmesine sahiptir. Canlılar, parçalarının bütün için ve bütün aracılığıyla var olduğu Kantçı bütünlerdir. İnsanlar da birer Kantçı bütündür. Kalplerimiz kan pompalayarak, böbreklerimiz kanı temizleyerek ve Henle kulplarında idrar üreterek bütünün işleyişine katkıda bulunur. Biz nesillerimizi çoğalttıkça, kalp ve böbrek gibi sürdürücü parçalarımız da çoğalır ve işlevlerini daha iyi yerine getirmek üzere evrimleşir. Bir parçanın “işlevi”, onun bütünün varlığını sürdüren nedensel özelliklerinin bir alt kümesidir.
Kan pompalayan bir kalbin ya da idrarı saflaştıran Henle kulpunun varlığını, bu organların işlevlerine ve Darwinci kalıtımsal varyasyon ile doğal seçilim yoluyla zaman içinde kazandıkları uyumsal evrime başvurmaksızın açıklamamız mümkün değildir. Seçilim aşağıdan yukarıya değil, yukarıdan aşağıya nedenselliktir; tüm organizma üzerinde etkide bulunur, onun evrimleşen parçaları üzerinde değil. Evrimsel biyosferde var olma şansı bulan şey, seçilen şeydir. Açıklayıcı oklar yukarıyı gösterir; bütünün seçilimi parçaları değiştirir.
Hücreler gerçekten kendilerini inşa eder. Evrimleşen biyosfer de kendini inşa eder. Otomobiller kendini inşa etmez; biz onları yaparız. Canlı hücreler, yeni bir madde sınıfı ve süreç örgütlenmesidir. Bu anlamda, uzun zamandır aranan “yaşam gücü” burada tüm mistik anlamlardan arındırılmış biçimde karşımıza çıkar.
Canlı hücreler açık termodinamik sistemler oldukları ve kendilerini inşa ettikleri için, yeni ve benzersiz sınır koşulları yaratarak evrende daha önce var olmayan olasılık alanları (faz uzayları) üretirler. Sınır koşulları değiştikçe, sürekli yeni “ilgili değişkenler” ortaya çıkar ve bu da yeni faz uzaylarını oluşturur. Örneğin kalp açısından, sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı, kan fırlatma hacmi ve kan oksijenlenmesi artık işlevsel olarak ilgili değişkenlerdir. Sürekli yeni işlevlerin evrimsel olarak kazanılmasını dikkate almadan bunu nasıl açıklayabiliriz?
Biyosferin evriminde adaptasyonlar, genellikle kalıtımsal varyasyon ve doğal seçilim yoluyla “yakalanan” olanaklardır. Bir olanak örneği, üzerinde oturabileceğiniz yatay bir yüzeydir. Olanaklar genelde “Benim X’i Y’yi gerçekleştirmek için kullanma olasılığım”dır. Bu “gerçekleştirme”, bilinç olmadan da meydana gelebilir; örneğin kalbin ya da Henle kulpunun evriminde olduğu gibi, kör kalıtımsal varyasyon ve doğal seçilim yoluyla. Bir olanak, dünyadan bağımsız bir özellik değildir. Olanak, yalnızca onu “yakalama” ya da yakalamama potansiyeline sahip evrimleşen organizma ile ilişkilidir. Biyolojik serbestlik dereceleri, evrimleşen organizmalara sunulan ilişkisel olanaklardır.
Evrimde adaptasyonlar sıklıkla mevcut bir organın yeni bir işleve uyarlanması yoluyla ortaya çıkar. Bu tür adaptasyonlara Darwinci ön-uyumlar veya ekaptasyonlar (exaptation) denir.
Küme Teorisinin Aşılmaz Sınırları
Biyosferin evriminde, daha önce belirtilmemiş yeni sınır koşulları ve yeni ilişkili değişkenlere sahip, sürekli olarak yeni faz uzayları ortaya çıkar. Peki bu ilişkili değişkenler önceden belirtilebilir miydi? Burada gösterilmek istenen şaşırtıcı cevap “hayır”dır. Çünkü kalıtsal varyasyon ve doğal seçilimle yakalanan yeni imkânların ve yeni ilişkili değişkenlerin ortaya çıkışını önceden hesaplayamayız, öngöremeyiz veya tümdengelimle çıkaramayız. Başka bir deyişle, yakalanmış imkânlar olarak adaptasyonların evrimsel ortaya çıkışını güvenilir ve sağlam bir şekilde modellemek için küme kuramını ya da ona dayalı herhangi bir matematiği kullanamayız. Bu argümanlar biraz beklenmedik olup, biyosferin evrimsel özelliklerinin küme kuramının temelleri üzerindeki etkilerine odaklanır. Önemle belirtilmelidir ki, burada sunanan şey bir matematiksel ispat değil, kavramsal bir gösterimdir.
Bu durumu alet kullanımı bağlamından bir örnekle açıklamak oldukça öğretici olabilir. Örneğin, Londra’da, yalnız başına ya da başka nesnelerle birlikte bir tornavidanın kaç farklı “kullanımı” olabilir? (i) Bir vidayı vidalamak, (ii) boya kutusunu açmak, (iii) bir kapıyı sıkıştırarak kapalı tutmak, (iv) pencere macununu kazımak, (v) bir sanat nesnesi olarak sergilemek, (vi) bir sopaya bağlayarak balık avlamak, (vii) bu mızrağı yerel balıkçılara kiralayıp avlarının %5’ini almak, (viii) tornavidayı bir duvara yaslayıp üzerine kontraplak koyarak bir yağlı boya tabloyu yağmurdan korumak, vs.
Peki, bir tornavidanın tüm bu potansiyel kullanımlarının sayısı belirli bir sayı mıdır, örneğin 11? Hayır. Bu kullanım sayısı sonsuz mudur? Bunu nasıl bilebiliriz? Bir tornavidanın şu anda ve önümüzdeki 1000 yıl boyunca sahip olabileceği kullanım sayısı “belirsiz” ya da belki de “bilinemez”dir. 1690 yılında hiç kimse bir tornavidayı elektrik bağlantısını kısa devre yapmak için kullanamazdı. Önemli olan, bir tornavidanın tüm olası kullanımlarının listelenememesidir; çünkü yalnızca gelecekteki olası kullanımları tahmin edememekle kalınmaz, aynı zamanda bu kullanımlar kullanıcının amaçlarına ve eylem repertuarına da bağlıdır. Aynı şey genel olarak herhangi bir nesne için geçerlidir, örneğin bir motor bloğunun kullanımları: bir motor inşa etmekte, bir traktör şasisi olarak, kâğıt ağırlığı olarak, ya da sert kenarlarıyla hindistancevizi kırmakta kullanılabilir.
Peki, bu kullanımları sıralayarak ya da tümdengelim yoluyla belirleyebilir miyiz? Bu da mümkün değildir. Dört matematiksel sıralama ölçeği vardır: nominal, kısmi sıralama, aralık ve oran. Bir nesnenin kullanımları yalnızca nominal bir ölçektir; dolayısıyla bu kullanımlar arasında sıralı bir ilişki yoktur. Dahası, belirli bir nesnenin belirli bir kullanımı, başka bir kullanımının çıkarımını sağlamaz. Örneğin, motor bloğunun hindistancevizi kırmak için kullanılabileceğini, onun kâğıt ağırlığı olarak kullanımından türetmek mümkün değildir.
Bu argümanlar, biyosferin zamansal evriminde yakalanan imkânlar olarak ortaya çıkan adaptasyonlar için de geçerlidir: Evrimle yakalanan ve yeni nişler ile biyolojik uyum işlevlerini şekillendiren sürekli yeni imkânlar, önceden belirtilemez bir biçimde ortaya çıkar. Şimdi, biyosferin evriminde sürekli ortaya çıkan bu adaptasyonları tümdengelim yoluyla çıkarabilmek için küme kuramının kullanılamayacağını gösteriyor. Küme kuramına dayalı matematiği kullanamayız; "Dünya bir teorem değildir". Bu temelde, organizmaların dünyada eylemde bulunan evrensel Turing makineleri olamayacağını ve dolayısıyla genel yapay zekânın olanaksız olduğunu savunulabilir. Bu da bizi, zihnin kuantum doğasını ve qualia’nın dalga fonksiyonunun çöküşüyle ilişkili olabileceği olasılığına yönlendirir; bu fikir pek çok araştırmacı tarafından da öne sürülmüştür.
Üçüncü Geçiş: Newtoncu Paradigmanın Ötesinde
Bu olgular, şaşırsak da şaşırmasak da, bilimin üçüncü büyük geçiş aşamasında olduğumuzu göstermektedir. Eğer biyosferdeki adaptasyonların diakronik evrimi için diferansiyel denklemler yazamıyor ve çözümleyemiyorsak, artık Newtoncu paradigmanın ötesindeyiz. Yeni bir alan olan biyokozmoloji üzerine yapılan yakın tarihli çalışmalar da, bağımsız gerekçelere dayanarak, evrilen bir biyosferin Newtoncu paradigmanın ötesinde olduğunu göstermektedir.
Evrilen biyosfer, kendi yarattığı bitişik olasılıklara doğru ilerlemektedir, ancak bu bitişik olasılıkta neyin bulunduğunu türetmemiz mümkün değildir. Bu nedenle, sürecin örnekleme uzayını bilmiyoruz; dolayısıyla bir olasılık ölçüsü tanımlayamıyor, hatta "rastlantısal" olanı bile tanımlayamıyoruz. Gerçek anlamda sağlam temellere dayanan bir beklentimiz yoktur. Bu durum, örnekleme uzayının bilinmesini zorunlu kılan Kolmogorov’un klasik olasılık aksiyomlarıyla açıkça çelişmektedir.
Bu durumun sonuçları çok büyüktür. Eğer biyosferimizin ya da herhangi bir biyosferin diakronik evrimi için herhangi bir denklem yazamıyor veya çözemiyorsak ve evrilen evrenimizde en az bir evrilen biyosfer varsa, o hâlde evrilen evrende neyin var olacağını içererek açıklayabilecek bir "her şeyin teorisi" olamaz. Ünlü tişörtlere basılacak denklem, artık görünüşe göre mevcut değildir.
Bu sonuç, başlangıçta şaşırtıcı görünse de, sonrasında çok da beklenmedik değildir. Gödel’in ilk eksiklik teoremi, aritmetik kadar zengin herhangi bir tutarlı aksiyomatik sistemin, aksiyomlar ve çıkarım kuralları verildiğinde, sistem içinde ne ispatlanabilir ne de çürütülebilir bir ifadenin var olduğunu garanti eder. Bu ispatlanamaz ifade algoritmik olarak üretilmektedir. Eğer bu algoritmik olarak üretilen ifade başlangıç aksiyomlarına eklenirse, yeni aksiyom kümesi yeniden algoritmik olarak doğruluğu ispatlanamaz ya da çürütülemez ifadeler üretir.
Evrilen biyosfer, Gödel’in teoremini somutlaştırır, fakat çok daha fazlasını da ortaya koyar. Yeni adaptasyonlar, moleküller gibi fiziksel şeylerin yeni kullanımları, örneğin bir motor bloğunun yeni kullanımları, eski kullanımlardan türetilemez. Bu bağlamda, bu yeni kullanımlar yalnızca algoritmik olarak üretilemeyen ifadelerin benzeşi değildir; aynı zamanda biyosferde bir süreliğine yeni bir biçimde var olmayı başarabilirlerse, bu yeni varoluşun ve hatta mümkünlüğünün dahi önceden biyosferin mevcut durumundan türetilemeyeceği anlamına gelir.
İsteksiz olsak da, kendi biyosferimizin ya da herhangi bir biyosferin evriminin Newtoncu paradigmanın dışında olduğunu kabul etmek durumundayız. Bunun bazı sonuçları nelerdir?
Gerçekten de, evrilen evrende var olan her şeyi içerecek bir “her şeyin teorisi” olamaz. Böyle bir teori rüyası muazzamdır ve yüzyıllardır olağanüstü bilimin itici gücü olmuştur. Belki de bu argümanlarımız yanlıştır. Eğer öyleyse, bilimsel olarak çürütülmelidirler. Evrende biyosferlerin evrimi yalnızca herhangi bir yasa tarafından belirlenmemekte, aynı zamanda bilinen matematiksel tekniklerle matematiksel olarak da ifade edilememektedir. Belki yeni bir matematik icat edebiliriz.
Eğer biyosferlerin evrimini hiçbir yasa belirlemiyorsa ve bu evrim matematiksel olarak bile ifade edilemiyorsa, biyolojik evrim kökten biçimde "özgür" ve son derece yaratıcıdır. En temel olarak, gerçekten de bilimde üçüncü bir geçiş evresindeyiz. Heisenberg’in belirsizlik ilkesi nasıl klasik fiziğin ötesine geçmeyi zorunlu kıldıysa, biyosferin evrimini küme kuramı temelinde türetemememiz de benzer ölçekte yeni bir geçişi işaret etmektedir. Bunun ölçeği ve anlamları bugün için belirsizdir. Evrenimiz, şimdiye dek bilmediğimiz yollarla yaratıcıdır. Dünyayı anlama biçimimiz değişecektir.
Araştırmacıların kavramsal gösterimlerinin bir illüstrasyonu:
Şekil 1.
Zaman t'deki "dünya"yı (Wt) ve bir süre sonra τ zaman aralığında değişimini gösteren şematik ve soyut bir diyagram. Bu süreçte yeni Darwinci önadaptasyonlar ve yeni ilgili değişkenlerle birlikte biyolojik evrim gerçekleşir. Organizmalara Kantçı bütünler olarak yaklaşılır; parça ve bütün birbirini var eder. Doğal seçilim, yukarıya doğru nedenselliğin (downward causation) bir biçimidir. Açıklayıcı oklar yukarıya yönelmiştir. Var olan şey, aşağıdan türetilemez. İndirgemecilik başarısız olur. Seçilim, Kantçı bütün üzerinde etkili olur ve yeni adaptasyonlar geliştikçe parçaların varlığını sürdürmesini sağlar. Küme kuramına dayalı hiçbir matematik, bu yeni adaptif özellikleri türetmekte kullanılmaz. Dolayısıyla, zaman t'deki biyolojik dünyadan t + τ zamanındaki biyolojik dünyaya matematiksel bir eşleştirme yapılamaz. Zaman t'de geliştirilen bir modelin zaman t + τ'deki gerçek dünyayı öngörmesine olanak tanıyacak bir eşleme (μ) mevcut değildir. Biyosferin evrimini türetemeyiz ve tahminlerimizdeki hataları kestiremeyiz.
Bütünleşik İşlevselliğin Evrimi: Ortaya Çıkış Bir Mühendislik Değildir
Eğer yaşamın evrimi türetilemiyorsa ve sevdiğimiz, belirlenmiş bir dünya fikrine dayanan Newtoncu paradigmadan vazgeçmek zorundaysak, önümüzde geniş, beklenmedik bir dünya açılmaktadır.
Evrilen bir biyosferde süreçlerin neredeyse mucizevi biçimde kendiliğinden inşası ve tutarlı işlevsel organizasyonunun ortaya çıkışına dair yeni bir anlayışa ulaşırız: Herhangi bir fiziksel nesnenin –örneğin bir hücredeki bir proteinin– farklı kullanımları arasında tümdengelimsel bir ilişki yoktur. Aynı protein evrimleşerek bir kimyasal tepkimeyi katalizlemek, bir gerilim yükünü taşımak ya da bir moleküler motoru barındırmak gibi işlevler kazanabilir. Üstelik hücreler fiziksel olarak kendilerini inşa ederler ve kalıtsal varyasyon ile doğal seçilim yoluyla evrimleşirken, türetilemez olan yeni olanaklara sürekli olarak el koyarlar.
Bu nedenle, biyosferde evrimleşen hücreler ve organizmalardaki her molekül ve yapı, tek başına ya da başka yapılarla birlikte, belirli olmayan biçimde yeni uyumsal kullanımlar için daima seçilmeye ve el koyulmaya açıktır. Bu durum, sürekli olarak yeni uyumlanmaların ve yeni fiziksel varlıkların –örneğin yeni proteinlerin– ortaya çıkmasına yol açar. Ancak bu yeni kullanımlar, eski kullanımlardan tümdengelimle çıkarılamaz. Yine de, adeta büyü gibi, işlevsel bütünlük her zaman korunur ve dönüşse bile bütünleşik kalır; çünkü parçaların işlevsel evrimi her zaman Kantçı bütünle bütünleşmeli ve onun işlevselliğini sürdürmelidir – zira seçilim bu bütün üzerinde işler. Evrilen biyosfer gerçekten de yayılan, uyum sağlayan bir inşa sürecidir; türetmeye dayalı bir süreç değil. Bu durum, evrilen Kantçı bütünlerde “sürdürülen işlevsel bütünleşik ortaya çıkış”tır. Bu, daha uygunun ortaya gelişidir.
İşte bu ortaya çıkıştır. Ortaya çıkış bir mühendislik değildir. Ortaya çıkan, birlikte evrimleşen bir biyosferin bu radikal biçimdeki ortaya çıkışı, yalnızca Newtoncu paradigmanın ötesinde meydana gelir. Bilimde üçüncü bir geçiş evresinde olduğumuz gerçeği, Newton’un muhteşem paradigmasının ötesine geçmek anlamına gelir ve bu bir kayıp değil, aksine daha önce hiç görmediğimiz bu büyülü ortaya çıkışa katılmaya bir davettir.
Henüz bunu kavramaya yeni başlıyoruz. Evrilen bir biyosfer, kendini inşa eden, işlevsel olarak bütünleşmiş, açılarak gelişen bir ortaya çıkıştır. Bu yeni anlayış, eski Budist eş-bağımlı köken kavramı ile ortak bir zemini paylaşmaktadır.
Evrilen bir biyosfer, yayılan bir inşa sürecidir; belirlenmiş bir türetme süreci değildir.
Evrilen biyosfer sürekli ortaya çıkan ve yaratıcıdır. Topraktaki birlikte evrimleşen mantarlar ve bakteriler, biyosferin evre uzayını değiştiren yeni “olasılık kabarcıkları” yaratırlar. Bilimdeki bu üçüncü geçiş, evrilen biyosferin ve küresel ekonominin sürekli olarak nasıl türetilemez yeni olanaklar yarattığını anlamaya yönelik yeni araçlar, deneyler ve gözlemler gerektirir.
Bilimdeki bu üçüncü geçişin temel çıkarımı, ortak olduğumuz evrilen biyosferi ‘komuta ve kontrol’ edemeyeceğimizdir. Yazdığımız denklemlerin ardına saklanarak, onların gizlediği gerçeği –evrimleşen yaşamın gizemini– göremeyiz. Biz onun içindeyiz; onun üzerinde değiliz.
Sonuç
Yirmi birinci yüzyıl, biyolojinin yüzyılı olmaya adaydır. Bu, elbette biyoteknolojideki patlamayı, 21. yüzyıl tıbbının ortaya çıkışını ve bugün var olan hücrelerin ve organizmaların moleküler, hücresel, organizma düzeyinde ve ekosistem seviyelerinde nasıl çalıştığına dair giderek derinleşen analizleri kapsamaktadır. Bu noktada fizik, kimya, biyofizik, biyokimya ve moleküler biyolojiye duyulan güven vazgeçilmezdir. Meseleler karmaşıklık ve önem açısından muazzamdır. Artık sistem biyolojisi çağındayız.
Bununla birlikte, Newton ve kuantum mekaniği ile yaşanan ilk iki dönüşümün ardından, bilimde üçüncü büyük dönüşümle karşı karşıyayız. Muhteşem Newtoncu paradigmanın ötesine geçmeye zorlanıyoruz. Gerçekten de bir “her şeyin teorisi” yoktur: Biyosferimizin ya da herhangi bir biyosferin diakronik evrimi, belirlenmiş yasalara ve küme kuramına dayanan herhangi bir matematiğe tâbi değildir.
Evrenin içinde 10¹⁹ kadar biyosfer olabilir. Evrilen biyosferler, bilgimiz ve ifademizin ötesinde yollarla olağanüstü yaratıcıdır. Bilinmezliğin karşısında ileriye doğru yaşamaktayız. Bu durum, biz insanların doğanın bir parçası olduğumuzu, onun üstünde olmadığımızı ima eder. Bu bir kayıp değil; aksine, büyük bir davettir. Kendi biyosferimizin, küresel ekonomimizin ve hatta kültürlerimizin nasıl milyarlarca, milyonlarca ve yüz binlerce yıl boyunca türetilemez, belirlenmemiş ve sürekli yaratıcı biçimde kendilerini inşa ettiklerini yeni yollarla anlamaya çalışabiliriz. Gerçekliği yeniden görmeye davetliyiz. Evrilen biyosferin gerçekliğini birlikte yaratırken, bu süreci sorumlu, saygılı ve hayranlıkla yaşamaya davetliyiz.
Kaynakça
Kauffman, S. A., & Roli, A. (2023). A third transition in science?. Interface Focus, 13(3), https://doi.org/10.1098/rsfs.2022.0063
Yorum Bırakın