İnanç, çoğu zaman bir cevaptır. Ama hakikatte, inanç sorularla başlar. Yıkılanlarla, eksilenlerle, anlaşılmayanlarla… Gerçek inanç, şüpheden geçer. Sarsılmayan bir inanç, hiçbir zaman kendini gerçekten tanımamıştır.
Bazı zamanlar gelir, hiçbir şeyin anlamı kalmaz. Bildiğin her şey yetersiz olur. Dua edemezsin, çünkü hangi dile gelmesi gerektiğini bilmezsin. Umut edemezsin, çünkü her ihtimal seni biraz daha yorar. O zaman insanlar “inancını mı kaybettin?” der. Oysa bilmezler. Kaybetmek değil, yeniden aramak vardır orada. Çünkü inanç, sabit değil, devinimlidir.
İnançsızlık, çoğu zaman ruhun kendini yenileme biçimidir. Her şeyden şüphe edersin: kendinden, iyilikten, hatta sevginin varlığından. Oysa o şüphe, yıkmak için değil, boşaltmak içindir. Dolu bir kabın içinden hakikat geçemez. Önce dökmen gerekir.
Bazı geceler olur, Tanrı’ya inandığını bile bilmezsin. Ama yine de o sessiz karanlıkta ellerin kendiliğinden birleşir. İşte orada başlar inançsız inanç: Tanımlanmamış ama hissedilen; kanıtlanmamış ama vazgeçilemeyen.
Bu inanç, ne bir dine, ne bir kurala, ne de bir kitaba sıkışır. O, bir yoldur. Kaybolmuşken bile yürümeye devam edebilmektir. Cevap almadan soru sormayı sürdürebilmektir. Kimi zaman bir çiçeğin açmasında, kimi zaman bir yabancının tebessümünde, kimi zaman bir çocuğun sessizliğinde beliren bir kıpırtıdır.
İnanç, her zaman güçlü olmaya dayanmaz. Bazen düşerken bir dal parçasına tutunmaktır. O dal kopuktur belki, seni tutmaz. Ama sen tutarsın. Çünkü o tutuş, kendinle dünyanın arasında kurduğun ince bağdır. Ve bazen inanç, tam da bu kırılganlıkta doğar.
İnançsız inanç, anlatılamaz. Çünkü onun dili, dilsizliktir. Kimi zaman secdesiz bir teslimiyet, kimi zaman isim verilmemiş bir huzur… Gecenin içinde kaybolmuşken ansızın içini kaplayan o açıklanamayan his… İşte o, inançtır. Neye olduğunu bilmediğin ama seni ayakta tutan şey.
Ve belki de en hakiki inanç, bilmediğine inanmaktır. Bilip de susmaya razı olmaktır. Sessizlikle kabul etmektir. Kimi zaman içinden gelen bir “tamam” sesiyle… Hiçbir dayanağı olmayan ama bir şekilde her şeyi taşıyan o küçük sesle…
Çünkü bazen insan hiçbir şeye inanmadığını sandığında, asıl o zaman içten içe en çok inanıyordur.
Ve belki de bu yüzden:
İnanç, başkalarına anlatmak için değil, kendine dokunmak içindir. Çünkü bazen Tanrı bile, inananların değil, inançsız inananların duasına daha yakındır.
Yorum Bırakın