Advertisement
Advertisement

Aşk mı Projeksiyon mu? Pygmalion ve Anima: Bir Aşk Miti

Aşk mı Projeksiyon mu? Pygmalion ve Anima:  Bir Aşk Miti
  • 2
    0
    0
    0
  • Aşk mı Projeksiyon mu? Pygmalion ve Anima: Jung’un Gözünden Bir Aşk Mitinin Analizi


    “Gerçek aşk kalmadı!” diyenler buraya. Belki de sorun, dışarıda değil içeridedir?


    Hiç “Aşık olacağım ama önce kendime göre birini bulmam lazım” dedin mi? Hah, geçmiş olsun. Pygmalion’un yoluna girmişsin. Ama onunki bir tık ileri boyutta — adam resmen "bulamıyorum" deyip kadını mermerden yapıyor.


    Yok yani “tanışamadım”, “uygun insan kalmadı” değil bu. Bildiğin "Madem öyle, ben kendim yaparım" diyerek oturuyor ve yont yont yont... Sonuç? Karşısında hayalindeki kadın! Ama taş gibi. Gerçek anlamda.

    Kime aşıksın; gerçek birine mi yansıttığın hayale mi? Aşk kavramının kendi benliğimizi bir başkasına projekte etmekle bir ilgisi olabilir mi? Kusursuzluk gerçekten sevilebilir mi, yoksa bizi sadece hayranlıkta mı bırakır?

    Bu soruları daha önce birçok kişinin düşündüğüne hatta yer yer sorguladığına eminim. Kimi zaman kendi hayatımızda yaşadığımız bir aşk, kimi zaman okuduğumuz kitaplardaki karakterler üzerine sorguladığımız duygular, bazen bir arkadaşa tavsiye verirken yapılan analizler… Bu yazımda çok sevdiğim bir Yunan miti olan Pygmalion’u ve aşk kavramını Jung gözünden incelemeye çalışacağım.


    Öncelikle daha önce hiç duymamış olanlarınız varsa bu miti kısaca anlatalım – ki bize çok tanıdık gelen hikayelerin birçoğunun aslında Pygmalion referanslarından oluştuğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Julia Roberts’ın o unutulmaz Pretty Woman filmi hala “feel-good movie” olarak listemde var mesela, ya da 500 Days of Summer filminin yine Pygmalion adaptasyonu olarak incelenmesi mümkün. Eğer edebiyatla ilgiliyseniz birebir aynı isimle Pygmalion Yunan mitinin modern adaptasyonu olan Bernard Shaw’un tiyatro metnini de okumuş olabilirsiniz. Peki kimdir bu Pygmalion? 

    Kıbrıslı Pygmalion döneminin çok yetenekli bir heykeltıraşı, fakat kendisi (incel olması çok muhtemel küçük bir feminist not düşelim buraya) kadınlara yeterince güvenmemekte (mommy issues da var oh mis). Dönemin kadınlarını ahlaksız buluyor, onlarda aradığı saflığı, sadeliği bulamıyor. Evet okurken yeterince tetiklendiyseniz benim de yazarken biraz tetiklendiğimi söylemem gerekir bu noktada. Bu nedenle öyle bir heykel yapıyor ki yaptığı kadın heykeline çok aşık oluyor. Ona çiçekler alıyor, konuşuyor, naz yapıyor, dokunuyor... Yani gerçek bir ilişki yaşar gibi. Bildiğin kendi sevgilisini 3D yazıcı misali üretiyor ama eski usul: çekiç ve zımparayla. Sadece... karşı taraf konuşmuyor. Küçük bir detay.


    Kendisine tıpkı böyle bir kadın göndermeleri için tanrılara ve tanrıçalara günlerce dualar ediyor. Evet koskoca tanrılardan kadın istiyor. Allah insanlara faydam dokunsun deyip tanrılardan ateşi çalarak insanlığa getirdiği için sonsuz işkencelere maruz kalan Prometheus'a sabır versin ne diyeyim. Neyse, Afrodit – neden olduğu bilinmez sanki aşka çok saygısı varmış gibi- Pygmalion’un bu isteğini heykeli canlandırarak gerçekleştiriyor. Kadın heykelimiz, Galatea, ve Pygmalion evleniyorlar, ve mutlu mesut yaşıyorlar.


    Aklımıza ilk geleni hemen soralım o zaman: Bu bir mutlu son mu yoksa bir obsesyonun kutsanması mı? Kafamızın içinde yarattığımız birine aşık olabilmek mümkün mü?


    Aslında Pygmalion’un aşık olduğu şey bir “ideal.” Bir birey değil, bir hayal ürünü. Gerçek bir insanı kendi haliyle, kusurlarıyla, tüm karmaşıklığıyla değil, sabit ve kendine göre biçimlendirilmiş haliyle seviyor. Yani onun aşkı kontrol ve mülkiyet içeriyor. Burayı okurken aklınız exlerinize ve toksik ilişkilerinize gitti değil mi? Benzer işler günlük hayatımızın içinde gördüğünüz gibi.


    O zaman bu mite bir de psikanalitik açıdan Carl Gustav Jung’un anima arketipi ile bakalım. Fakat yazının bu kısmına geçmeden önce Jung’un zaten cinsiyetçi olmakla ilgili eleştirildiğini hatırlatalım ve ona göre okuyalım isterim. Jung der ki, her erkeğin içinde bir kadınsılık (anima), her kadının içinde de bir erkeksilik (animus) var. Bu yazıda Pygmalion üzerine eğildiğimizden bizim konumuz anima olacak. Jung’a göre her erkeğin içinde bir “kadın imgesi” vardır. Bu, onun bilinçdışında şekillenmiş; annesi, ilk aşkı, romantik filmler ve hayal kırıklıklarıyla yoğrulmuş bir içsel kadın figürüdür. İsmi: Anima.


    Bir erkek kendi bilinçdışında taşıdığı kadınsı arketipi yani animayı, dış dünyada karşılaştığı ve etkileşime girdiği kadına yansıtabilir. Bu durumda erkek karşısındaki gerçek kişiyi değil, kendi içindeki imajı sever. Yani karşısındaki kişiyi olduğu gibi sevmek yerine kendi kafasında idealize ettiği şeye aşık olur.


    Bir erkek animasının henüz farkında olmadığında, bunu ilişkide olduğu kadına yansıtır. Bu da ilüzyonlar, beklentiler ve derin hayalkırıklıklarıyla işaretlenmiş ilişkilere yol açar. Kadın onun en kırılgan ve bastırılmış kısımlarının bir aynası haline gelir. Bu temas onu hem çeker hem de tehdit eder. Bu nedenle karşı tarafa duyulan aşk ruhun o unutulmuş ya da bastırılmış boyutuna açılan bir geçit ve aynı zamanda içsel bir krizin tetikleyicisi olabilir. Size baktığında sadece sizi görmez, arzuladığı, korktuğu ve adını nasıl koyacağını asla bilemediği her şeyi görür. Bu yansıtma ilk başta büyüleyici olabilir çünkü sizi bir kaide üzerine koyar; eşsiz, mükemmel. Neredeyse büyülü olarak görür. Ancak bir arada yaşama sürecinde sizin insanlığınız ortaya çıktıkça yansıtma çözülmeye ve hayalkırıklığı ortaya çıkmaya başlar. Değiştiğiniz için değil, aslında asla ona yansıttığı şey olmadığınız için. Bunu fark ettiğinde fantezi paramparça olur. Korku, rahatsızlık ve geri çekilme gelir.


    Jung der ki: Gerçek aşk, projeksiyonla değil, farkındalıkla başlar.
    Yani önce içindeki anima’yı tanıyacaksın.
    Kimi seviyorsun gerçekten?
    Karşındaki insanı mı?
    Yoksa onun sende uyandırdığı tanıdık hissi mi? 

    Pygmalion Kompleksi Hepimizde Var mı?


    Eğer sen de zaman zaman...


    “Onu sevdim ama biraz değişse daha iyi olur” diyorsan,
    İnsanlara değil, onlardan beklediğin şeylere tutuluyorsan,
    Aşkta kusursuzluk arayıp sonra “Hiçbir şey bulamıyorum” diyorsan...
    Belki bir parça sen de Pygmalion’sundur.


    Ama işin güzel yanı şu: Biz mermer yontmuyoruz. İnsanlarla gerçek bağ kurma şansımız var. Yeter ki içimizdeki anima'yla, animus’la tanışalım da projeksiyon yapmayı bırakıp gerçeklikten kopmayalım. Aşk, bazen karşındakini oldurmaya çalıştığın gibi sevmekle değil, hayalindeki kalıpları bırakmakla başlar. Belki de gerçek aşk, bir heykeli canlandırmak değil, bir insanı gerçek haliyle görebilmek.


    Pygmalion’un hikâyesi sadece mitolojide kalmadı. Mermer gitti, yerini flört uygulamaları, Instagram filtreleri ve “potansiyeli var ama biraz işlenmesi lazım” cümleleri aldı. Artık heykel yontmuyoruz belki ama ilişkilerde hâlâ minik çekiç darbeleriyle "ideal sevgili" yaratmaya çalışıyoruz.


    “Çok tatlı biri ama biraz daha sosyal olsa…”
    “Bence daha iyisini yapabilir, sadece destek lazım…”
    “Görünüşü iyi ama tarzını biraz değiştirirsek...”


    Aşka giriş değil, kişisel gelişim dosyası.


    Ve işin komik yanı şu: Hepimiz, azıcık da olsa Pygmalion’uz. Belki farkında değiliz, belki iyi niyetle yapıyoruz, ama çoğu zaman karşımızdaki kişiyi olduğu gibi görmek yerine, içimizdeki boş kalıbı dolduracak biri arıyoruz.


    Oysa Jung’un dediği gibi, gerçek aşk; kendi içindeki anima'yla, animus’la yüzleşmeyi, yani kendi gölgene bakmayı gerektirir. Heykele değil, insana âşık olmayı.


    Belki de sorun, karşımıza çıkan insanların “yetersiz” olması değil; bizim onları, kafamızdaki o mükemmel figüre bir türlü oturtamamamız.
    Her yeni tanışmada içimizden şu cümle geçiyor ya hani:
    “Güzel ama... daha iyisi olabilir.”
    Yani mermer hâlâ yontulmamış, eller hâlâ çekiçte.


    Buraya kadar okumayı başaranlardansanız Jung'un güzel bir sözüyle bitirelim bu yazıyı:

    "Sevmek, diğerinde kendi gölgemizi gösteren bir ayna bulmaktır; ve yansımadan kaçmama cesaretine sahip olmaktır."


    Belki de hepimiz bir parça Pygmalion’uz… Peki, sizin heykeliniz ne zaman canlanacak?

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.