İnsan bilmediği şeye düşman olur mu ?
Bilmediğin sana nasıl yabancı ise sen de ona yabancısındır. Tanıdık denilecek düzeye gelene kadar duygular belirsizlikten ibarettir.
Fakat bir duyguyu öğrendiğinde ona karşı kendince bir kavrayış geliştirirsin, bu kavrayış hem o duyguyla hem de o duyguyu sana öğreten kişi ya da durumla alakalıdır.
Aşkı şeytanın yansımalarından birinden, düşmanlığı ise güzellemeleriyle ünlü bir şairden öğrenirsen elbette o şekilde de kavrar; benimsersin.
Öğrendiklerimiz ve onlar hakkındaki düşüncelerimiz neredeyse her zaman evrilerek değişse dahi bazı sabit fikirleri doğuran olaylar vardır. Bazen bazı insanlar onlar için öylesine kötü düşünceler ve bakış açıları uyandıracak durumlar altında kalırlar ki fikirleri değişmez hale gelir. Bu değişmeyen fikirleri zaman zaman onları koruması için isteyerek inşa ettikleri surlar olsa da farkında olmadan sabitleşen fikirler de vardır.
Mesela birini, bir şeyi o kadar seversiniz ki bu sevginin etkisine bir tepki vermesini dilersiniz fakat karşıdaki bu sevgiye bir tepki vermeyi bırak onu almaz bile, ondan kendinizi korumak adına inşa ettiğiniz surları ise yıkmayı düşünmeyi bırak dokunup da anlamaya çalışmaz.
İşte karşı tarafın bu çabasızlığı ve duygusal körlüğü sebebiyle sulanmamış bir çiçek gibi solar, güneşe ona bakması için yalvarıp da cevap alamamış bir çiçek gibi küsersiniz. Ne güneş küsmüş çiçeğin boynunun eğikliğini ne de su kuru toprağın ihtiyacını fark eder.
Fark edilmemek. İşte bu düşman eder; küskün ve çekingen eder. Bazısını öfkeli bazısını yalnızca hüzünlü eder. Böylesine fark edilmemek birini olmaması gereken bir şey olmaya mahkum eder.
Yanlış kişiden doğru duyguyu yanlış şekilde öğrenmek insanı o duyguya düşman eder. Ve bu düşmanlık vaktince bırakılmaz, ondan kurtulunmazsa insanı hasta eder.
Çünkü sırf yanlış kişiden yanlış öğrenildi diye o duygu yanlış demek değildir; öğrenildiği koşullar yanlış yorumlama ve kavramaları getirmiştir.
Aşk duygusunun düşmanlığında ise kişinin kalbine kırılmış demek acısını küçümsemek olacaktır; yüksek ihtimal hassas ipekten ruhlu bu kişiye binlerce çivi saplanmış, en azından bu hisse sebep olunmuştur.
Ne kadar hassas ruhları, korkularını ve en önemlisi kırılgan ciltlerinde derinlerce açılan yaraları tanısam da; yara düşmanlığa bahane sunulamaz. Nefret duygulara karşı olduğunda hayır getirmez, nefret gerçek suç ve iğrençliğe yöneltilmezse iyiyi de yozlaştırır.
Bu yüzden aşk düşmanı olmanın bir mânâsı yoktur; sende ki yara elbet bir başkasında da vardır. Belki seninki kadar acımaz daha kolay taşınır ama yine de yaranın arkasına sığınıp düşman kesilen hassas güzellemesinden öte kolaya kaçan adına layıktır.
Nefret kolay olandır; sağlıklı bir kalbi olansa hala inançla, umutla sevmeyi dener. Çünkü denemekte bir haraket, kalbi sağlıklı kılacak o iniş çıkışlı inanç vardır. Nefretse kolaya kaçılmıştır; erişilemeyene olan imreniştir.
( tabii bu “nefret” adı altında duygulara ve gerçek iyiye karşı duyulan, kıskançlıkla harmanlanmış bir nefretten bahsediyorum. hak edene, kötülüğe duyulan nefretten değil. kötülüğe duyulan ve dile getirilen nefret kolaya kaçmanın aksine cesarettir.)
Bu yüzden aşk düşmanlığı yersiz, mânâsızdır. Aşk aşktır. Seven ve sevilen, aşık ve maşuk arasındaki uyum onlara aittir.
Bir ilişkinin sağlıkla atan kalbini sırf kendi yaran yüzünden sökmeye niyetlenmek yerine belki de bundan örnek almalı, bir ilişkinin çürümüş kalbini güzellemek yerine ise belki yarana bakıp tedaviyi bulmalısın. Çünkü aşk düşmanından hayır gelmediği gibi aşk düşmanına da hayır gelmez.
Yorum Bırakın