Suyun içinde hiçbir şey yapmadan dikilmek lazım bazen; su akışında giderken dahil olmaya çalışmamak, yalnızca izlemek. Çünkü suyun akışı evrensel, suyun akışı sonlu şekilde sonsuz; her bitti dediğinizde bir sonraki akışa bağlanıyor.
Bu yüzden bazı anlarda, özellikle de yüzüyormuş gibi değil de sürükleniyormuş gibi hissedilen anlarda yalnızca durmak lazım ki bu duruş bile aslında tam bir duruş değil. Yine de su akarken bacaklarını içinde sallandırmadan durmakta bir rahatlatıcılık var, bacaklarını okşayıp geçen dalgaların telaşsızlığında aslında zihninin aradığı o sakinlik var.
Çünkü yalnızca izlemekte bir öğreti var. Öyle anlar vardır ki performans göstermekten öte durduğunuzda hayatta, akışta hissedersiniz. Akarak ruhunuzdan geçen suyu izlerken onun gibi olmayı öğrenmek istersiniz; yola çıkan taşlara yalnızca değip geçebilmeyi, yosunlardan rahatsız olmadan rahatça akabilmeyi öğrenmek.
Sonuçta su zaten akıyorsa onu tutmak için uğraşıp kendi istediğimiz yere çekiştirmekte ne fayda var ki ? Onun bir yolu var ve bu yolda zaman zaman çırpınarak yüzmeniz zaman zaman da durmayı bilmeniz gerek. Sırtınızı suya verip suratınızı güneşe dönmeniz. Önemli olan suyu izleyebilmek; yüzerken de yalnızca içinde dikilirken de. Onu izleyebilmek ve bedeninize değen gerçekliğini hissedebilmek; onu yaşamak.
Parmaklarınızı güvendiğiniz birinin -öyle biri yoksa kendi kendinizin- parmaklarına kenetler, ruhunuzu yosunlara iliklerseniz suyun kendi akışında sizi bir yere götürmesine daha kolay izin verirsiniz, yolun nereye varacağını umursamaz akışın değerini bilirsiniz.
Çünkü aslında tam olarak bir varış noktası yoktur; eski akışın yeni akışla karıştığı silik noktalar vardır. Üzerlerinden süzülür yeni akışta devam edersiniz. Ve sonra gelecek yeni bir akış daha olur, sonra bir tane daha, sonra bir tane daha ve bir tane daha…
Yorum Bırakın