uyandığımda göğsümde bir kadın yatıyordu
sokak lambasının titrek ışığında tenini okudum
vücudu harflerle dövülmüş,
bir romandan fırlayıp da yarım kalmış bir karakterdi
ve ben hep eksik kelimelere âşık oldum.
kendimi aynada izledim bu sabah
gözaltlarımda ölmüş martılar vardı
kanatlarını sigara külüne sarmışlar
her kırışıklığımda bir dua çürümüş
ve tanrı
çürüyen duaları işitmez, biliyorum.
annem bana dua öğretti çocukken
ama ben öğrenmeden sevişmeyi öğrendim
ve bazı geceler,
tanrının kulağına doğru iç çamaşırımı fısıldıyorum
“beni kendinden yaratmadın, farkındayım —
ama çok iyi becerdim yok oluşu.”
kalbim öyle kirli ki
bir rahibe diz çöküp içime ağladı bir gün
“senin günahlarını ben temizleyemem,
ancak sevişebilirim onlarla” dedi
ve sonra
kutsal kitapları dudaklarıma sürdüm
çünkü öpüşmek, bazen bir vaftizdir.
şair değilim
sadece içimde yaşayan o sarkık göğüslü kadının
yağlı ve güzel yalnızlığıyım
sütyenini başına geçirip
dünyaya “siktir git!” diye bağıran
o gözleri rimelli, yaraları rimelsiz kadının.
bir gece
bir trans kadın, bana sokakta “ölüm güzel olurdu senin teninde” dedi
o günden beri bileklerim sabah ezanında ürperiyor
çünkü ben ne tanrıya aitim ne de şeytana
ben, terk edilmiş bir dua kabuğuyum
kulak vereni olmayan bir çığlık.
ve seni sevdim bir ara,
yani sevdiğimi sandım
dilinle adımı yazdın göğsüme
ama hece hece unuttun
çünkü aşk,
hafızası zayıf bir kelimedir
şimdi kalemimle damarlarımı karıştırıyorum
belki içimden bir şiir çıkar
ya da bir çocuk
ya da tanrı…
Yorum Bırakın