Andrew Solomon’un “Armut Dibine Düşmeyince” (İngilizce özgün adıyla Far from the Tree) kitabı, hem bireysel hem toplumsal düzeyde güçlü bir psikolojik ve sosyolojik derinliğe sahip. Kitap, ebeveynler ile “farklı” çocukları arasındaki ilişkileri inceler. Solomon, bu “farklılıkları” otizmden şizofreniye, cücelikten üstün zekaya, tecavüz sonucu doğmuş çocuklardan suç işlemiş çocuklara kadar geniş bir yelpazede ele alır. Kitap yaklaşık 10 yıllık bir saha çalışmasının ve yüzlerce görüşmenin ürünü olarak karşımıza çıkmıştır.
Solomon kitapta iki tür kimlikten bahseder: Dikey kimlik, aileden miras alınan, genetik veya kültürel yolla aktarılan kimliklerdir (dil, ırk, din gibi) ikinci kimlik ise yatay kimlik: Ailede bulunmayan ama bireyin doğuştan ya da sonradan sahip olduğu farklılıklardır. (örneğin fiziksel engel, otizmli olmak gibi). Solomon, bu yatay kimliklerin hem birey hem de ebeveyn için nasıl büyük çatışmalara veya anlamlı dönüşümlere yol açabileceğini çok boyutlu bir şekilde işler. Kitabın temel sorusu ise şudur:
Bir çocuk sizi yansıtmadığında onu yine de aynı güçte sevebilir misiniz?
Kitap, pedagojik, psikolojik ve felsefi düzeyde çok derinlikli bir çalışma yer alıyor. Her sayfası, empatiyi zorlayan, kalıpları yıkan, “normal” kavramını yeniden düşünmeye iten hikayelerle dolu. Özellikle eğitimciler, psikolojik danışmanlar, sosyal hizmet uzmanları ve ebeveynler için hem bir başvuru kaynağı hem de vicdani bir ayna olarak görülebilir.
Andrew Solomon, sadece farklılıkları betimlemekle kalmamış aynı zamanda bizleri farklılıkları anlamaya, dönüştürmeye ve birer insani değer olarak görmeye çağırmıştır. Özellikle çocukları “başarıya göre sevmeyi” öğrenen toplumlarda, bu kitap derin bir uyarı niteliği taşıdığı söylenebilir.
Andrew Solomon’un Armut Dibine Düşmeyince kitabında işlediği konular her bir farklılık üzerinden ayrı ayrı bölümlerle ilerler.
…
2. Sağırlık
İşitme engeli topluluğu, bir engel grubundan ziyade bir kültür olarak ele alınır. İşaret dili, işitme engeli olan bireyler için yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda kimliğin bir parçasıdır. Solomon, işitme engeli bulunan çocuğu olan işiten ailelerle, işiten çocuğu olan işitme engelli ebeveynleri karşılaştırarak kimlik çatışmalarını inceler.
3. Cücelik
Fiziksel olarak “normalden küçük” olmanın sosyal anlamları ve bu farklılıkla yaşamanın zorlukları anlatılır. Aynı zamanda cüce bireylerin kurduğu destek topluluklarının, kişisel kabul sürecine nasıl katkı sağladığı işlenir.
…
5. Otizm
Otizm spektrumundaki bireylerin dünyayı algılama biçimiyle, toplumun beklentileri arasındaki büyük uçurum işlenir. Ebeveynlerin hem çocuklarını kabul etme süreci hem de onları topluma “uyum sağlama” çabaları arasındaki ikilem derinlemesine anlatılır.
6. Şizofreni
Bu bölüm özellikle dikkat çekici olup ruhsal hastalıklar ile başa çıkan bireylerin yalnızlığı ve ailelerin yaşadığı çaresizlik anlatılır. Toplumun damgalayıcı tavrına rağmen şefkatle bağlı kalan ebeveynlerden bahsedilir.
…
8. Harika Çocuklar
Genellikle avantaj gibi görülen bu durumun da sosyal izolasyon, zorbalık ve kimlik bunalımı gibi sonuçları olabileceği gösterilir. Farklı olan sadece yetersiz olan değildir; “fazla” olan da uyum sağlamakta zorlanabilir.
9. Tecavüz Sonucu Doğan Çocuklar
Travmatik konulardan biri olan bu bölümde hem tecavüz mağduru anneler hem de bu saldırılardan doğan çocuklar üzerinden, “kabul”ün ve “sevgi”nin sınırları sorgulanır.
10. Suça Yatkınlık
Ailesinin değerlerine tamamen zıt yaşamlar süren, cinayet işlemiş ya da ağır suçlar işlemiş çocukların ebeveynleriyle yapılan görüşmeler yer alır. Anne-babanın yaşadığı suçluluk, utanç ve “her şeye rağmen sevgi”den bahsedilir.
11. Trans-Cinsiyet
Yazarın kişisel deneyimini de kattığı bu bölümde, cinsel yönelimi nedeniyle ailesinden dışlanan çocuklar ile destek görenler arasındaki farktan bahsedilir. Toplumsal baskı, kimlik inşası ve aidiyet duygusu tartışılır. Toplumsal cinsiyet kimliğinin aile içindeki yeri, hem bireysel mücadele hem de toplumsal dışlanma açısından ele alınır. Kabulleniş süreci, sevgiyle dönüşen bir yolculuk olarak anlatılır.
Bu bölümlerin her biri tek tek bir kitap olacak kadar yoğun psikolojik ve sosyolojik içerik barındırıyor. Her aile başka bir sınavdan geçiyor ama ortak bir tema hep var. Kitapta alıntı yapılabilecek çok değerli analizler ve öneriler bulunuyor. Her okuyucunun dikkatini çeken cümleler mutlaka farklıdır ama ben dikkatimi çeken birkaç cümle paylaşabilirim.
“Ebeveynlik, kendi beklentilerimizi çocuklarımıza yüklemek değil, onların kim olduğunu anlamakla başlar.”
“Bazen sevgi, yalnızca çocuğu kabullenmekle sınırlı değildir; onun kimliğini onurlandırmakla tamamlanır.”
“Çocuklar, bizim hayallerimizi gerçekleştirmek için değil, kendi gerçekliklerini yaşamak için doğarlar.”
Kitaptan alınabilecek eğitsel çıkarımlar da olduğunu düşünüyorum. Temalarından yola çıkarak rehberlik servisi ve psikolojik danışmanlar için etkinlik fikirleri oluşturabilir. Örneğin;
“Normal” kavramı üzerine tartışmalar başlatılabilir.
“Farklı olmak” = “Eksiği olmak” mı? sorusu öğrencilere düşündürücü şekilde sorulabilir.
Veli toplantılarında bu kitaptan bazı vaka örnekleri üzerinden “Koşulsuz sevgi/kabul nedir?” sorusu tartışılabilir.
Rehberlik servisinde aileler ile yapılan görüşmelerde bu kitaptan örneklendirmeler alınabilir. Bu şekilde eğitimcilerin de faydalanabileceği bir kitap olduğu söylenebilir. Eğitimcileri bilgilendirmek dışında kitabın asıl amacı ebeveynlerin ideallerinden beklentilerinden farklı çocuklar yine ebeveynlerin istediği kadar akademik başarıya sahip olmayan çocuklar, fiziksel engeli olan çocuklar gibi farklılıklar karşısında geliştireceğimiz davranışlar için, koşulsuz kabul ve koşulsuz saygı için bir kılavuz olmak.
Ancak bu yazıda kitap hakkında bir okuyucu olarak yazar ile ters düştüğüm noktalardan da bahsetmek isterim. Andrew Solomon, farklılıklara ve çocuklara şefkatle -olması gerektiği gibi- bakmış ancak yer yer aşırı bireyselci, aileye karşı da daha mesafeli bir perspektiften yaklaşmıştır. Bazı bölümlerde (suç işlemiş çocuklar ya da cinsel yönelim ile ilgili bölümler) yazar çocuğun duygularını çok haklı bir şekilde savunup çocuğu koşulsuz ve sonsuz anlarken, aileyi anlamak ya da onların sınırlılıklarını kabul etmek konusunda biraz katı bir bakış açısı ile yaklaşmış. Elbette kitabın temel konusu ve amacı farklı çocukları anlamak ve onların penceresinden bakabilmek ancak onları anlamakta zorlanan asıl kişilerin ebeveynler olduğunu ve ebeveynlerdeki çocuk şemasının normun dışında bir çocuk olmadığını zaman zaman göz ardı ettiğini düşünüyorum. Bu nedenle tek taraflı bir duyguda yoğunlaşıldığı ve uygulayıcı gerçekliğine uymadığı söylenilebilir.
Solomon, bireyin yatay kimliğini neredeyse kutsallaştıracak ölçüde savunuyor. Olaylara kimliğin sorgulanamaz olduğu bir düzleme yakın taraftan bakıyor ancak yatay kimlik günümüzde “özenmek, gündeme gelmek, dikkat çekmek gibi birçok sebep sonucu geçici olarak da oluşabiliyor. Kimlikler de dönüşebilir ya da o kimlik üzerinden yaşanan acıların başka açıklamaları olabilir. Kimliği kutsallaştırmak yerine, kimliğe saygı duyarken aynı zamanda onu sorgulamanın da bir gelişim adımı olduğu düşünülebilir. Bu sorgulama psikolojik dayanıklılığı ve bilişsel esnekliği teşvik eder. Ağır travmatik vakalarda kabul aileden beklenmeli ancak kabul beklentisinin yüksekliği aile açısından haksızlık olarak da karşılanabilir. Örneğin, tecavüz sonucu doğan çocuklar ya da suç işlemiş çocuklarla ilgili bölümlerde, yazar bazen “Her şeye rağmen kabul etmek gerekir” diyerek çok yüksek bir-insani- kabul eşiğini normalleştirmiştir. Bu normalleştirme gerçek dünyada duygusal ve zihinsel sınırları olan bireyler için fazla bir beklenti olarak görülebilir.
Bir diğer konu ise Solomon zaman zaman bireysel özgürlüğü, sosyal uyumun ya da toplumsal bağların önünde tutmuş. Özellikle otizm ya da üstün zeka konularında çocukların “topluma uymaya zorlanmaması” gerektiğini savunurken, pratikte bunun sosyal beceri gelişimini sekteye uğratabileceğini ihmal etmiştir. Eğitimde bireyselleştirme önemlidir, ama sosyal gerçeklikten kopmayan, işlevsel bireyler yetiştirmek de gereklidir.
Andrew Solomon’un kitabında bireyin farklılıkları karşısında “ideal ebeveyn tepkisini” kuramsal düzeyde savunmak istemiş ancak insan psikolojisi için bu durum çok da kolay bir kabul değildir. Hele ki söz konusu “normların dışına çıkan” bir durum ise bu durum kolektif bilinçdışı ile toplumda etik, kültürel ya da ahlaki çatışmalarla değerlendirilecektir. Otizm, fiziksel engel, zihinsel engel, üstün zekâ gibi durumlar daha kolay kabullenilebilir -aile için ilk zamanlar zor olabilir ama toplum için kesinlikle koşulsuz kabul ve koşulsuz saygı olmalıdır- çünkü bu farklılıklar çocuğun ‘ahlaki seçimleri’ gibi görülmez. Ama suç işleme, cinsel yönelim, ya da tecavüz sonrası doğmuş bir çocuk gibi konular söz konusu olduğunda, aile sadece farklılıkla değil, değer çatışmasıyla da yüzleşir. Çünkü bu noktada sadece “çocuğun farklılığı” değil, ailenin değer sistemi, toplumsal normlar, dini inanışlar, gurur, utanma, öfke dahil olur. Bu etkenler de ailenin kabul sürecini diğer farklılıklara (fiziksel engel, zihinsel engel, üstün zeka…) göre zorlaştırır. Sevgi bazen bu duyguların içinden tek başına sıyrılamayabilir. Bu sebeple Solomon ebeveyn gerçeğini yeterince anlamakta zorlanmış olabilir. Her ebeveynden ve her farklılıkta ideal bir anlayış beklemek de haksızlık sayılabilir.
Bazı farklılıklar yalnızca bilgiyle değil, inanç, ahlak ve utanç sistemleriyle de çatışır. Rehberlikte, çocuğu korurken aileyi de yargılamadan ailenin de yanında olmak gerekir. Kabul bir yolculuk gibi görülebilir ve bunu herkes aynı hızda yapamayabilir.
Yorum Bırakın