ölüm, her sabah yeniden katlanıyor kendi içine
bir origami gibi katlıyoruz yokluğumuzu
ve ad veriyoruz ona
yaşam…
boşlukla katlanmış bir yaşam
her kıvrımı bir suskunluk anatomisi.
hiçlik, kendini sonsuza eşitlediğinde
başlıyoruz konuşmaya.
ama sesimiz yalnızca
düşünceyi kanatlandıran bir yaradır
bilgiyle sızlayan bir et parçası.
gökyüzünü antik bir kitap gibi çeviriyorum geceleri
sayfaları yıldız tozuyla yazılmış.
her sayfada bir tür yalnızlık tanrısı
hiçbiri cevap vermiyor.
sadece bakıyorlar
Nietzsche gibi.
üstümde sonsuzluğun gözlüğü
içimde Platon’un mağarası
ama gölgeler bana ait değil
başkalarının korkularını giyiyorum her gün.
tenimle düşünemiyorum artık
çünkü her temas bir ideoloji.
bedenim politik bir alan
her hücremde bir halk ayakta
ama ben devrim değil
çöküş bekliyorum.
şiirler artık aşkı anlatmıyor
çünkü aşk da bir yapıbozum geçirdi.
bir virüs gibi kodlandık birbirimize
ve her sarılma
bir sistem çökmesi.
ben zamanın dışında büyüdüm
elimi hiçbir saat tutmadı.
gölgem bile geç kalıyor bana
çünkü ben hep
olmam gereken yerden
bir adım ötede duruyorum
kendime ulaşamayan bir ihtimalim.
tanrılar bana değil,
benim eksikliğime tapıyor.
ve dil —
hep geç kalıyor anlamın arkasında.
bir tür felsefi kekemelik bu
sözcükler var ama söyleyen yok.
bazen bir tablo gibi hissettim kendimi
ama çerçevesi çivilenmemiş bir tablo
yani düşmeye yazgılı.
ve düşerken
sanat olmaktan çıkıyor insan
sadece ağırlık kalıyor geriye —
bir tür yerçekimiyle cezalandırılmış zihin.
evet, hiçbir şey olamadım ben
ama her şeyi fark ettim.
varlığın kenarında oturan
bir sessizliktim.
ve oradan bakınca,
hayat
sadece görmezden gelinmiş bir fısıltıydı.
Yorum Bırakın