Kaç bardak kahve lazım ayık kalabilmek için, ruhunun sönüp ölmemesi; düşünüp alevlenecek kadar yaşayabilmesi için ?
Bana kalırsa çok bardak.
Çünkü bir süre sonra içtiğin şeyin farkına bile varmıyorsun, bir bakmışsın kocaman bardak bitmiş; tadını hatırlamıyorsun bile kahvenin. Yalnızca düşüncelerinin tadını hatırlıyorsun.
Gözlerin öylece halının işlemelerine dalmış gitmişken düşündüğün nasıl işlemelerin kalitesi değilse kahveyi içerken de düşündüğün tadı olmaktan çıkıyor, başta içme sebebin olan tat içtikçe değersizleşiyor. Aslında kahvenin tam olarak işe yaradığı bile söylenemez; işe yarayan halıdaki işlemeleri izleyerek kahveni içerken dalıp gittiğin düşünceler. Kahve yalnızca sen düşünürken bedenini oyalıyor, yutkunurken araya sindiremeyeceğin düşünceleri katmana engel oluyor.
Yani asıl soru kaç bardak kahve değil, kaç bardak düşünce lazım olmalı.
Ve bana kalırsa çok bardak lazım. Böylece bardaktan taşan düşüncelerinden kurtulup kahveye odaklanabilir, halının işlemelerini sorgulayabilirsin. Ama öncesinde kusana kadar içmelisin düşünceleri, hepsini çıkarttıktan sonra rahatlamış hissedeceksin; konuşman lazım senin. Çünkü kahveden başka bir şey tüketememe sebebin o düşüncelerin yarattığı kıvranmana ve çırpınmak istemene sebep olan tokluk hissi; şükredilecek bir tokluk hissi değil sanki biri ağzını açıp sevmediğin yiyecekleri sana zorla yutturmuş gibi bir tokluk hissi. Kimseyle konuşamamaktan, kimseye anlatamamaktan dolayı duyduğun doluluk ve karın ağrısı hissi.
Bu hissin sana farkındalıktan uzak bir şekilde tükettirebileceği tek şey ise kahve, sen dalmış kahveni içerken bu düşüncelerden meydana gelme tokluk hissi de seni tüketecek. Zaten bu yüzden çok bardak düşünce içmelisin ki hepsini kusup anlattığında gerçek bir şeyler yemeye halin olsun.
Yemeklerden değil düşüncelerin yoğunluğundan uzaklaşmalısın; çünkü ilkinin faydası var ikincisi ise pusuya yatmış.
Neyse sen o bardağı bi’ bitir, sonra bakarsın.
Yorum Bırakın