Bazen uyanırsın ve hiçbir şey değişmemiştir. Odan aynı, gökyüzü aynı, hatta aynadaki yüz bile aynı görünür. Ama içindeki sesler… Onlar hiç susmaz.
İşte insan zihni tam da böyle bir yer: Sessizlik beklediğimiz ama çoğu zaman yankıyla karşılaştığımız bir oda.
Psikoloji, sadece sorunları inceleyen bir bilim değil, aynı zamanda insan olmanın ne demek olduğunu anlamaya çalışan bir arayıştır. İnsan beyni, saniyede milyonlarca bilgiyi işlerken, aynı anda geçmişin yükünü taşır, geleceğin kaygısını çeker, şimdiye ise nadiren uğrar.
Belki de bu yüzden en çok kendimizi yorduğumuz savaşlar, kendi içimizde başlar.
Travmalar, bastırılmış duygular, çocuklukta duyduğumuz bir cümle, okul koridorlarında hissettiğimiz bir utanç ya da bir yabancının bize verdiği bir bakış… Hepsi zihnimizin gizli dosyalarına kaydedilir. Ve zamanla fark ederiz ki; en büyük düşman, içimizde kurduğumuz mahkemedir.
“Yeterince iyi miyim?”
“Ya kaybedersem?”
“Ya kimse anlamazsa beni?”
İşte burada psikoloji devreye girer. Kimi zaman bir kitapta, kimi zaman bir terapistte, kimi zaman ise sadece bir dostun omzunda… Çünkü bazen iyileşmek, sadece biri “Seni anlıyorum” dediğinde başlar.
Ama unutmamamız gereken şu: Zihin gürültülüdür ama kalp fısıltılarla konuşur. Kendimizi duymayı öğrenmek, belki de bu hayattaki en değerli yetenek. Herkes “başarılı” olmak ister, ama asıl mesele “huzurlu” olabilmekte. Huzur, dış dünyanın sessizliğinde değil, iç dünyanın dengesinde gizlidir.
O yüzden belki bugün bir adım atmak gerekir. Belki sadece bir nefes almak… Belki de tüm dünyaya rağmen, kendimize şunu söylemek:
“Ben buradayım. Ve bu da yeterli.”
Yazan: Alp Alpaslan
Yorum Bırakın