Bazı insanlar yanmaz.
Çünkü içlerinde yanacak hiçbir şey kalmamıştır.
Bir zamanlar sevilmek isteyen bir kalp vardı. Güvenmek isteyen, bağ kurmak isteyen… ama her seferinde duvara çarptı.
Bir, iki, üç… derken içindeki hassas yerler köreldi.
Artık hissetmemeye başladı.
Ve bu, acının bittiği değil—duyguların felç olduğu noktadır.
Psikoloji buna “duygusal kapanma” der.
Ama toplum buna “güçlü olmak” der.
Ne ironik değil mi?
Birisi yıllarca gözyaşlarını içine akıtır.
Kimse görmez.
Sonra biri gelir ve der ki:
“Sen hiç kırılmıyorsun, ne kadar dayanıklısın.”
Oysa içten içe zaten parçalanmıştır.
Ama parçalanmayı göstermek, zayıflık sanıldığı için susmuştur.
Kırılmış, ama sesi çıkmamıştır.
Ve bu yüzden kimse duymamıştır.
Bir noktadan sonra artık sevgi bile rahatsız eder.
Çünkü her ilgi, her yakınlık yeni bir beklentidir.
Ve her beklenti, potansiyel bir hayal kırıklığıdır.
Zamanla kişi gülümsemeyi öğrenir.
Ama içinden değil—rol gereği.
Hayatta kalmak için.
En tehlikeli yer, canın yandığı değil…
canının hiç yanmadığı noktadır.
Çünkü orası hissizliğin başladığı, insanlığın gölgeleştiği yerdir.
Yorum Bırakın