Bu kitap çok biliniyor, belki siz de okumuş olabilirsiniz. Ama okurken hiç empati yaptınız mı? Şimdi olayları en başa alalım ama dinlerken baş karakterin gözünden düşünün:
Çok küçük yaşlardasınız, mükemmel bir hayat yaşıyorsunuz ve bir anda bir savaş başlıyor. Babanızı orduya çağırıyorlar. Öncelikle babanızı orduya çağırmaları sizde baştan şöyle bir korku hissettirir:
“Ya babam şehit olursa?”, “Ya babamın başına bir şey gelirse?”
İşte dış dünyadaki savaşı bırakın, içinizdeki ilk savaş o zaman başlar. Her gün, “Acaba bugün babama bir şey oldu mu?” korkusuyla uyanırsınız. Zaten hem baban gibi birinin ölüme yürümesi hem de memleketin yok oluşunu izlemek sizde çok büyük bir travma bırakır.
Aradan günler ayları, aylar yılları kovalamış… Artık ekmek alacak paranız bile yok. Anneniz çalışıyor ve siz, babanıza kavuşmak için tren istasyonunda çalışıyorsunuz. Önünüzden mektup dağıtan bir adam geçiyor ve bir mektup düşürüyor. Siz ise meraklanıp mektubu okuyorsunuz. Ve gördüğünüz şey, kalbinize giren ikinci mızrak oluyor. Hem de en büyüğü.
Mektupta, babanızın psikolojik hasar aldığı için hastaneye gönderildiğini öğreniyorsunuz. Ve gördüğünüz ilk trene gizlice girip babanızın olduğu hastaneye gidiyorsunuz. Peki ne görüyorsunuz?
O artık sizin tanıdığınız biri değil. Artık çok farklı biri olmuş… En ufak ses duyunca kaçan, temas edilince çığlık atıp saklanan babanızı düşünsenize…
Ve eski hayatınıza bir daha asla kavuşamıyorsunuz.
Şu an gözünüzü kapayın ve bütün bunları yaşadığınızı hayal edin.
Yorum Bırakın