1. Underground Kültür Nedir? – Kavramın Kısa Tanımı ve Çıkışı
“Underground” kelimesi, Türkçeye “yeraltı” olarak çevrildiğinde çoğu zaman gizli, karanlık ya da tehlikeli gibi çağrışımlar yaratır. Ancak kültürel bağlamda bu terim, doğrudan bir alternatif yaşam ve üretim biçimini ifade eder. Underground kültür; ana akıma, otoriteye, baskın ideolojilere, ticari dayatmalara ve "norm" sayılan her şeye karşı sessiz ama derin bir reddediş halidir.
Bu kültür, özellikle Batı’da 1960’lardan itibaren Beat kuşağı, punk hareketi, bağımsız sinema, protest müzik ve fanzinler aracılığıyla biçimlenmeye başlamıştır. Sistemin dayattığı değerlere uymayan; toplumun dışladığı ya da görmezden geldiği insanlar kendi sözlerini, tarzlarını ve estetik anlayışlarını kurarak bir nevi kültürel yeraltı evreni inşa etmişlerdir.
Underground kültürün içinde olmak için belli bir kıyafet giymek, belirli bir müzik dinlemek ya da sokakta isyan etmek gerekmez. Asıl mesele; düşünsel olarak sisteme ait olmamaktır. Bu yüzden bu kültür, sadece görünüşle değil, bakış açısıyla da tanımlanır. Kimi zaman bir bodrum katında çekilen bir kısa film, kimi zaman kimsenin okumayacağını bile bile fotokopiyle çoğaltılan bir şiir dergisi bu kültürün bir parçasıdır. Çünkü mesele kitlesel beğeni değil; özgünlük ve bağımsızlıktır.
Underground kültür aynı zamanda bir barınaktır. Sistem dışına itilmişlerin, öteki ilan edilmişlerin, marjinalleştirilmiş bireylerin kendilerine ait bir dünya kurabildikleri bir sığınaktır bu. Estetik değerleri, normları, dili ve hızı ana akımdan farklıdır. Popüler kültür tüketim odaklıdır; underground kültür ise ifade odaklı. Orada bir şeyin "iyi satması" değil, "gerçek olması" önemlidir.
Bugün hâlâ bu kavramı sadece "sisteme karşı gelmek" gibi dar bir çerçevede anlamak yanıltıcıdır. Underground olmak bazen bağırarak isyan etmek değildir; bazen sadece susmayı seçmektir. Konuşulması istenen şeyleri konuşmamak, görülmesi beklenen şeyleri göstermemek, dayatılan yolda yürümemektir. Ve tüm bunları bilinçli olarak yapmak, bir pozisyon değil, bir duruş biçimidir.
2. Neden "Yeraltı"? – Sisteme Karşı Sessiz Direnişin Dili
"Yeraltı" ifadesi ilk bakışta bir mekânı çağrıştırsa da, aslında bir zihniyet biçimidir. Yeraltında olmak; görünmemeyi, görünmek istenilmemeyi ya da görünmeyi reddetmeyi kapsar. Çünkü bu kültürün doğasında, ana akımın gözünden ve denetiminden kaçmak vardır. Bir şeyin yeraltında olması, onun değersiz olduğu anlamına gelmez — aksine, onun sistemin onayına ihtiyaç duymayacak kadar özgün, köşeli ve sahici olduğunu gösterir.
Yeraltı kültürü, genellikle doğrudan bir "devrim" ya da "protesto" görüntüsü sunmaz. Onun isyanı bağırarak değil, başka bir dili tercih ederek gerçekleşir. Popüler kültürün parlak sahnesinde yer almak yerine, arka sokaklarda yankılanan bir ses olmayı seçer. Çünkü o sahneye çıktığında sistem seni tüketir, parlatır ve sonra unutur. Yeraltı ise unutulmak için değil, anlaşılmak için yaşar.
Bu kültürde üretim biçimleri de sisteminkinden tamamen farklıdır. Örneğin bir yeraltı sanatçısı için mükemmel prodüksiyon kalitesi ya da büyük bir prodüksiyon şirketiyle anlaşmak bir amaç değildir. Duyguların çiğliği, sözün doğrudanlığı ve biçimin özgürlüğü her şeyin önündedir. O nedenle bazen bir tavan arasında kaydedilmiş lo-fi bir parça, stüdyo ortamında cilalanmış binlerce şarkıdan daha etkili olabilir. Çünkü yeraltı, ruhun filtrelenmemiş halini savunur.
Ayrıca "yeraltı", sosyal olarak da bir pozisyondur. Göze batmamak, sistemin radarına takılmamak, kontrol edilmemek... Bu yüzden yeraltı hareketleri çoğu zaman dağınık, merkezsiz, çoğul bir yapıdadır. Örgütlü olmaktan çok, eşzamanlı bir ruh hali gibidir. Bazen bir şehirde birkaç kişiyle başlar, sonra dünyanın öbür ucundaki başka bir grup aynı hissi başka kelimelerle yaşatır. Tek bir lideri yoktur; çünkü yeraltı, merkeziyetçiliği değil çokluğuyla ayakta kalmayı tercih eder.
Bu yüzden "yeraltı" olmak, sadece fiziksel bir mekânda değil, zihinsel bir durumda yaşanır. Bazı insanlar kalabalığın ortasında bile yeraltındadır — çünkü düşünce biçimleri, değer sistemleri, ifade tarzları sistemin dışında konumlanmıştır. Yeraltında olmak, parçası olmadan da var olabilmenin mümkün olduğunu göstermektir.
Ve en önemlisi: Yeraltı kültür, sisteme karşı sessiz bir direniştir. Bağırmadan, yıkmadan, yakmadan da bir şey söylenebilir. Ve bazen en güçlü söz, en sessiz olandır.
3. Altkültür vs. Karşı Kültür – Aradaki Farklar ve Kesişimler
"Altkültür" ve "karşı kültür" kavramları genellikle birbirinin yerine kullanılsa da, aslında bu iki terim farklı tarihsel, toplumsal ve psikolojik dinamikleri temsil eder. Yeraltı kültürü her ikisinden de izler taşır, ama ikisini de bütünüyle kapsamaz. Bu farkları anlamak, underground kültürün nerede durduğunu da daha netleştirir.
Altkültür (subculture), bir ana kültür içinde gelişen ama ondan farklı değerler, davranış biçimleri ve semboller taşıyan topluluklardır. Gençlik altkültürleri, müzik türlerine bağlı çevreler (metalci, rapçi, punkçı gibi), oyun toplulukları, anime kültürü ya da sokak sanatı gibi örnekler bu başlık altında sayılabilir. Altkültürler genellikle sistemle doğrudan çatışmaz; onunla paralel bir evrende yaşamayı seçerler. Kendilerine ait alanlar, estetikler ve ritüeller geliştirerek varlıklarını sürdürürler.
Karşı kültür (counter-culture) ise doğrudan mevcut kültürel, politik ve sosyal yapıya karşı geliştirilen bir duruştur. 1960'ların hippileri, 70’lerin anarşist punk hareketi, bazı feminist ya da radikal çevreci akımlar karşı kültürün tarihsel örnekleridir. Karşı kültür, sadece kendine ait bir dünya kurmakla kalmaz; var olanı sorgular, yıkar ya da dönüştürmeye çalışır. Genellikle daha politik, daha sistem eleştirisi yüklüdür.
Peki underground kültür bu ikisinin neresinde durur?
Aslında tam da ikisinin kesişiminde. Yeraltı kültürü bazen bir altkültür gibi sessizce, köşede, görünmeden yaşar; bazen ise karşı kültür gibi alttan alta sistemi sorgular, sınırları zorlar. Ama asla tam olarak biri değildir. Çünkü yeraltı kültürün en belirgin özelliği, etiketlenememesi ve tek bir kimliğe indirgenememesidir.
Bu nedenle yeraltı kültürü; hem altkültürlerin estetiğini, aidiyet duygusunu ve mahremiyetini taşır,
hem de karşı kültürün muhalif dilini, sistem karşıtlığını ve tavrını bünyesinde barındırır.
Ama bu iki kimliğin de ötesinde, kendine özgü bir gri alanda yaşar.
Günümüzde bazı yeraltı hareketlerinin altkültüre, bazılarının ise karşı kültüre daha fazla yakın durduğunu görebiliriz. Ama bu ayrımı katı hatlarla çizmek yeraltı kültürün doğasına aykırıdır. Çünkü bu kültür, sabit tanımlarla değil, akışkanlıkla ve dönüşümle var olur.
Bir gün bir fanzinde görünür, ertesi gün bir podcast’te, sonra bir duvar yazısında. Ne tam karşıdır, ne tam paralel. Ama her zaman ötekidir.
4. Müzikten Edebiyata: Underground Kültürün Alanları
Underground kültür, yalnızca bir fikir ya da duruş değil, aynı zamanda çoklu bir üretim alanıdır. Bu kültür yalnızca bir yerde değil; sokakta, müzikte, kitapta, grafitide, sahnede, podcast’te ve hatta bir tişörtün üzerindeki slogan cümlede bile var olabilir. Çünkü yeraltı kültürü, görünmeyeni görünür kılmak için her türlü mecrayı araçsallaştırabilir. Bu da onu diğer kültürel hareketlerden ayıran en önemli özelliklerden biridir: Biçimden çok içeriğe odaklanır.
Müzik
Müziğin underground kültürde özel bir yeri vardır. Punk, garage rock, lo-fi, hardcore, indie, rap, trap metal gibi türler ilk doğduklarında hep yeraltındaydılar. Çünkü söyledikleri şeyler sistemin hoşuna gitmiyordu. Üretim biçimleri de ana akımın kurallarına uymuyordu. Bir stüdyo kaydından çok, bir bodrum katındaki “jam session” yeraltını tanımlar.
Underground müzik; hatalı, gürültülü, filtresiz ve dürüst bir müziktir. Sözleri politik olmak zorunda değildir ama her zaman gerçekçidir. Kimseye yaranma çabası gütmez. Bir kitleye ulaşmaktan çok, bir durumu ifade etmeye çalışır. Bu yüzden bazen üç kişi dinler, bazen binlerce kişi — ama samimiyeti değişmez.
Edebiyat
Yeraltı edebiyatı ise ana akımın “ahlâk kuralları”na, edebi geleneklerine ve sansür mekanizmalarına karşı gelişen bir anlatı biçimidir. Charles Bukowski, William S. Burroughs, Hubert Selby Jr., Henry Miller, Kathy Acker, Jack Kerouac gibi isimler bu damarın yapı taşlarını oluşturur. Türkiye’de de Hakan Günday, Emrah Serbes, Murat Uyurkulak gibi isimler bu çizgiye dokunan metinler üretmiştir.
Yeraltı edebiyatı; kirli, kırık, alkolle ve sokakla yoğrulmuş metinlerdir. Dili cilalı değil, doğrudur. “Güzel” yazmaz, “gerçek” yazar. Kahramanları süper güçlere sahip değildir; genellikle kaybedenlerdir. Ama bu kaybedenlik, sistemin içinde kaybolmamak adına yapılmış bilinçli bir tercih gibidir. Ve bu tercih, okurda yankı uyandırır.
Görsel Sanatlar & Grafiti
Yeraltı kültürünün bir diğer alanı görsel sanatlardır. Özellikle grafiti, sokak sanatı ve stencil çalışmaları hem estetik hem de politik ifade alanları olarak öne çıkar. Herhangi bir müzeye girmeyen, sponsor almayan, izinsiz duvarlara yapılan bu işler, kamusal alanda görünürlüğü başka türlü mümkün olmayan ifadeleri taşır. Bir grafiti bazen bir manifestodur, bazen bir aşk ilanı, bazen de sadece sistemin “düzenli” duvarına bir tekmedir.
Dijital Medya
Bugün yeraltı kültürü dijital dünyada da yeni formlar buldu:
Bağımsız podcast serileri, düşük bütçeli ama samimi YouTube kanalları, Instagram’da kurumsal kimlik taşımayan sade hesaplar, Discord toplulukları, fanzin ruhunu yaşatan bloglar…
Yani mesajın kaybolmadığı her yer, yeraltı kültürün yeni alanıdır.
Underground kültür, biçimden çok tavırla ilgilidir. Bir şiiri duvarda da okuyabilirsin, Word dosyasından da. Bir şarkıyı stüdyoda da kaydedebilirsin, telefon mikrofonuyla da. Mesele nerede değil, nasıl ve ne için üretildiğidir. Ana akımın düzenli raflarına sığmayan her içerik, yeraltının raflarında bir yer bulur.
5. Underground Kültür Bugün Nerede? – Dijitalleşme, Sosyal Medya ve Ticarileşme Riski
Yeraltı kültürünün en güçlü yanlarından biri, sistemin dışında kalarak saf kalabilmesiydi. Ancak bugünün dünyasında bu “dışarısı” artık neredeyse kalmadı. Dijitalleşmenin getirdiği erişilebilirlik, sosyal medyanın sunduğu görünürlük ve içerik ekonomisinin her şeyi bir ürüne dönüştürme eğilimi, underground kültürü de bir dönemeçte bıraktı. Artık “görünmemek” mümkün değil, daha doğrusu görünmekten kaçınmak bile bir stratejiye dönüşmüş durumda.
Eskiden bir yeraltı grubunu, bir fanzini ya da bir sokak sanatçısını bulmak için çaba gerekirken, bugün Instagram algoritması sana bunu öneriyor. YouTube sana “underrated” başlığıyla yeni bir bağımsız müzisyeni çıkarıyor. Spotify çalma listeleri, “underground” başlığıyla paketlenmiş grupları önüne koyuyor. Yani yeraltı kültürü bile pazarlanabilir bir kimliğe dönüşüyor.
Bu elbette olumlu yönler de barındırıyor: Artık üreticiler daha çok insana ulaşabiliyor, daha özgür ifade alanları açılıyor, yeni anlatım biçimleri doğuyor. Ama aynı zamanda bir tehlike de içeriyor:
Görünürlük, yeraltı kültürünü içini boşaltarak sistemin içine çekiyor.
Sokakta duvara yazılan cümle, artık bir sosyal medya gönderisine dönüşüyor.
Fanzin estetiği, moda dergilerinin tasarımına ilham oluyor.
Lo-fi şarkılar bile büyük müzik şirketlerinin radarına giriyor.
Bu da şu soruyu doğuruyor:
Bir şey çok fazla görünür olduğunda hâlâ yeraltında olabilir mi?
Dijital çağda artık "yeraltı" olmak; algoritmanın dışında kalmayı başarmakla eşdeğer. Ve bu hiç de kolay değil. Paylaşmamak, yayınlamamak, beğeni kovalamamak bir direniş biçimi haline geldi. Çünkü bugün her şeyin değeri, ne kadar çok kişi tarafından göründüğüyle ölçülüyor. Yeraltı kültür ise sayılardan değil, yoğunluktan beslenir.
Bin kişi değil, bir kişi anlayacaksa bile yazılır o satır.
Dijitalleşme aynı zamanda underground üreticiyi de dönüştürüyor. Eskiden sistem dışında kalmanın bedeli bilinirdi: anonimlik, yoksunluk, dışlanma. Şimdi ise sistemin dışında kalmak, bazen algoritmanın seni görmemesi kadar basit ama yıkıcı bir şeye dönüşüyor. Bu da yeraltı üreticisini bir ikilemde bırakıyor: Duyulmak mı istiyor, özgür kalmak mı?
Ve işte tam bu noktada underground kültür bir sınavdan geçiyor:
Görünür olmadan nasıl var olunur?
Sistemin içinde görünmeden nasıl sistem eleştirisi yapılır?
Sahici olan nasıl ticarete dönüşmeden yayılır?
Cevabı kesin olmayan ama sorulması gereken sorular bunlar.
6. Yeni Nesil Direniş: TikTok, Discord, Podcastler ve Modern Yeraltı
Underground kültür denildiğinde hâlâ çoğu insanın aklında punk gruplar, fanzinler, sigara dumanı altında yazılmış şiirler ya da duvara yazılmış manifestolar canlanıyor. Oysa bugünün yeraltı ruhu çok daha farklı mecralara, çok daha sessiz ve dağınık formlara bürünmüş durumda. Direniş artık bağırmakla değil; algoritmayı delmekle, sessizce yayılmakla ve fark edilmemenin içinde var olabilmekle ilgili.
Ve bu yeni direnişin alanları şaşırtıcı şekilde dijital:
TikTok, Discord, podcast platformları, bağımsız bloglar ve e-posta bültenleri.
TikTok – 15 Saniyelik Yeraltı Estetiği?
TikTok ilk bakışta yeraltı kültürünün antitezi gibi görünüyor: hızlı, yüzeysel, viral olmaya odaklı. Ama bu platformda da algoritmanın oyununu tersine çeviren içerikler var. Ana akıma göz kırpmadan, kendi kitlesine konuşan yaratıcılar; kendin yap (DIY) tarzıyla hazırlanan müzikler, görseller ve mikro monologlar... Bunlar, "sistemin içinde yeraltı" olmanın yeni örnekleri.
Özellikle bazı hesaplar, birkaç bin kişilik takipçi grubuyla, dev prodüksiyonlu içeriklere kıyasla daha fazla etki bırakabiliyor. Çünkü içerik değil, ilişki kurma biçimi fark yaratıyor. Görkemli görünmemeye çalışmak bile bir tavır hâline gelmiş durumda. TikTok’un yeraltı yüzü, sessiz ama keskin bir akıl taşıyor: Az göster ama doğru söyle.
Podcast – Sesin Özgürleştiği Alan
Podcast kültürü, yeraltı üretimi için adeta yeni bir fanzin formatı.
Kendi mikrofonuyla kendi cümlesini kuran insanlar, herhangi bir yayıncının filtresinden geçmeden dünyayla bağlantı kurabiliyor. En güzeli de şu: Bu mecra hâlâ “az dinlenen ama çok şey söyleyen” içeriklere alan açıyor.
Bazı podcast’ler hiç reklam almadan, bağışla ya da gönüllülükle yürütülüyor. Ana akım konulara uzak duran, kültürel hafıza, kayıtsızlık, sokak edebiyatı, bağımsız müzik gibi alanlarda içerik üreten kanallar yeraltı ruhunu taşıyor.
Kendi sesini bulmak derken, tam da bu kasıt.
Discord – Dijital Yeraltının Yeni Mahalleleri
Yeraltı eskiden mahallelerdeydi; şimdi sunucularda. Discord, yeni neslin “buluşma yeri”. Açık forumların, troll dolu sosyal medya alanlarının aksine, Discord'da kapalı ama kolektif bir üretim var.
Burada insanlar yazıyor, tartışıyor, çiziyor, paylaşıyor — ama bir algoritmanın gölgesinde değil.
Görünmezler, ama varlar.
Kalabalıklar içinde değil, öz kişilerle yan yana duruyorlar.
Geleneksel yeraltı kültüründeki fanzin buluşmalarının, sokak konserlerinin, butik sergilerin bugünkü karşılığı bu dijital sığınaklar olabilir. Belki herkes bilmiyor, ama bilenler bir yerlerde buluşuyor.
Yeni nesil yeraltı direnişi artık bağırmıyor.
Sessiz, dağınık, bazen parodiyle, bazen bilgelikle konuşuyor.
TikTok’ta absürt ama zeki bir video, podcast’te düşük sesle fısıldanan bir cümle, Discord’da bir sohbetin satır arası…
Hepsi yeni bir şeyin izini taşıyor:
"Varız ama görünmek zorunda değiliz."
7. Türkiye'de Underground: Fanzinler, Sahne Altı Müzik ve Sokak Edebiyatı
Underground kültürün Türkiye'deki karşılığı, Batı’daki örneklerinden farklı bir bağlamda şekillendi. Çünkü burada sadece sisteme değil; baskıya, sansüre, etiketlemeye, gelenekle modern arasında sıkışmaya da bir cevap olmak zorundaydı. Türkiye'de yeraltı kültürü; “isyan” kadar “görünmezliğin taktiği”, “alternatif” kadar “zorunlu yalnızlık” anlamına da geldi. Her zaman çok fazla sesi olmadı ama hep bir damarı vardı. Ve bu damar, özellikle üç alanda kuvvetli şekilde atmaya devam ediyor: fanzin kültürü, bağımsız müzik sahnesi ve sokak edebiyatı.
Fanzinler – Fotokopinin Direnişi
Fanzinler, Türkiye'de özellikle 90’lar ve 2000'lerin başında sokak kültürünün en sahici ifadelerinden biriydi. Bir A4 kâğıdı, bir daktilo, biraz tutkala ve fotokopi makinesine ulaşmak yeterliydi. Fanzinler; politikadan edebiyata, punk’tan metal’e, feminizmden anarşizme kadar birçok farklı altkültürün sesi oldu.
Burada önemli olan şey, “yayın” değil “ifade”ydi.
Okuyan üç kişi de olsa, o fanzin birilerinin sustuğu yerde birinin konuşma hakkıydı.
Ve hâlâ bazı şehirlerde, üniversite kampüslerinde, kafe köşelerinde ya da dijital ortamlarda fanzin ruhu yaşamaya devam ediyor.
Çünkü mesele sadece içerik değil, o içeriği paylaşma biçimi.
Sahne Altı Müzik – Sesin Gölgedeki Yankısı
Mainstream sahneler dışında kalan müzisyenler için yeraltı kültürü, sadece bir tarz değil, aynı zamanda bir mecburiyet. Çünkü Türkiye'de ana akım sahneler çoğunlukla popüler ve politik olarak “uyumlu” içeriklere açılıyor. Oysa sahne altı müzikte işler daha samimi, daha doğrudan ve daha sert.
Rap müzik, özellikle yeraltından gelip ana akıma sızan en güçlü damarlardan biri oldu. Ancak hâlâ bağımsız stüdyolarda, SoundCloud hesaplarında, kafe altlarında yapılan binlerce kayıt, bu kültürün kalbinde atıyor.
Aynı şekilde punk, noise, garage rock gibi türler İstanbul, Ankara ve İzmir'de küçük ama güçlü sahnelere sahip.
Kimse onları TV’de görmez ama dinleyenler bilir:
O sahnede gerçek bir şey vardır.
Sokak Edebiyatı – Kaybedenlerin Dili
Türkiye’de sokakla barışık yazmak, her zaman riskli bir iş olmuştur.
Çünkü sokak deyince sadece “yoksulluk” değil, aynı zamanda yargılanma, küçümsenme ve marjinalleştirilme de akla gelir.
Ama tam da bu yüzden, yeraltı edebiyatı burada bir başka önem kazanır.
Hakan Günday, Emrah Serbes, Murat Uyurkulak gibi yazarlar bu dili belli ölçüde ana akıma taşımayı başarsa da, asıl damar hâlâ sosyal medyada, PDF formatında dağıtılan dergilerde, kimsenin adını bilmediği ama diline takılıp kalan cümlelerde gizlidir.
Yeraltı edebiyatı Türkiye’de “estetik” değil, çoğu zaman hayatta kalmanın bir yoludur.
Çünkü herkesin yaşadığını yazmak kolaydır; ama kimsenin yazmaya cesaret edemediğini kaleme almak, başka bir dürüstlük ister.
Bugün Türkiye’de underground kültür; hâlâ yıkık bir apartman dairesinde, köhne bir bar sahnesinde, gecenin 2’sinde açılan bir podcast kaydında, fotokopiyle çoğaltılan bir şiir defterinde yaşıyor.
Kalabalıklar hâlâ fark etmiyor olabilir, ama o sesler birbirini duyanlar arasında yankılanıyor.
Ve işte bu, zaten yeterli.
8. Sonuç: Bir Kültür Yaşarsa Değil, Yaşatılmazsa Yeraltına Çekilir
Yeraltı kültürü, hiçbir zaman sadece bir müzik tarzı, bir kitap türü, bir kıyafet biçimi ya da bir estetik anlayış olmadı. O, daha çok bir bilinç hâliydi. Sistemin sunduğu tanımların dar geldiği, gösterilen yolların sahte göründüğü, konuşulan kelimelerin içini boş bulduğun anda başlıyordu. Ve sen ne zaman kendi sözünü kurmaya çalışsan, ışıklar kapanıyor, yeraltı başlıyordu.
Çünkü toplum, konfor alanına uymayan sesleri genellikle bastırır. Kırık cümleleri, çok fazla soru soranları, temiz giyinmeyenleri, çok gülenleri, az inananları ya da hiç ait olmayanları bir kenara itmek ister.
Ama itilenler bir araya geldiğinde, yeni bir alan doğar.
İşte o alan, yeraltıdır.
Ve bazen orası, yukarıdan daha gerçektir.
Bugün yeraltı kültürü hâlâ yaşıyor çünkü hâlâ dayatılan kalıplar, yönlendirilen zevkler ve kontrol edilen alanlar var. Hâlâ herkesin aynı şekilde görünmek zorunda olduğu mecralar var. Hâlâ dürüstlüğün, kırılganlığın, çirkinliğin cezalandırıldığı bir toplum var.
İşte bu yüzden, yeraltı hâlâ bir ihtiyaç.
Ama burada kritik bir fark var:
Bir kültür, sadece yaşadığı için değil, yaşatılmadığı için yeraltına çekilir.
Bastırıldığı için değil, bozulmamak için görünmekten vazgeçer.
Kalabalığa karışmak istemediği için değil, kalabalığın içinde kaybolmak istemediği için kendi alanını kurar.
Ve bu kültürün kalbi, hâlâ birilerinin odasında çalınan lo-fi bir gitar sesinde,
Bir duvar yazısında,
Paylaşılmayan bir not defterinde,
İsmi duyulmayan bir podcast’te,
Yarım bırakılmış ama içten yazılmış bir şiirde atıyor.
Yeraltı kültür, yaşadığı sürece değil; dokunabildiği sürece var olur.
Ve o dokunuş bazen sessiz bir bakış, bazen bir sokak cümlesi, bazen de bu yazının satır arası olabilir.
Kaynakça
Baudrillard, J. (2014). Simülakrlar ve Simülasyon (Çev. O. Adanır). Doğu Batı Yayınları.
Bauman, Z. (2003). Modernlik ve Müphemlik (Çev. İ. Türkmen). Ayrıntı Yayınları.
Hebdige, D. (2020). Altkültür: Tarzın Anlamı (Çev. B. Ayhan). Otonom Yayıncılık.
Fromm, E. (1999). Özgürlükten Kaçış (Çev. A. Ertan). Say Yayınları.
Han, B. C. (2020). Şeffaflık Toplumu (Çev. K. Akyüz). DeliDolu Yayınları.
Riesman, D. (2012). Yalnız Kalabalık (Çev. N. Berke). Heretik Yayıncılık.
Eriksen, T. H. (2021). Anı Yaşamanın Tiranlığı (Çev. Z. Karamuk). Kolektif Kitap.
Barthes, R. (2017). Mitolojiler (Çev. M. Küçük). Heretik Yayıncılık.
Günday, H. (2000). Kinyas ve Kayra. Doğan Kitap.
Uyurkulak, M. (2002). Tol. Metis Yayınları.
Serbes, E. (2004). Erken Kaybedenler. İletişim Yayınları.
Yorum Bırakın