Ölümsüzlük; aidiyeti, aşkı ve gerçek sevgiyi tatmış bir fani için ne ifade eder?
Haig’in yazdığı bu romanda ana karaktere dışarıdan baktığımızda Tom, 40 yaşında, 21. yüzyılın Londra’sında bir lisede tarih öğretmenidir. Fakat Tom ne 40 yaşındadır ne de öğretmendir. 16. yüzyılda doğmuş ve yüzyıllardır yaşadığı her yeri bir süre sonra terk etmek zorunda kalmasına sebep olan bir tür geç yaşlanma hastalığına sahip, 400 yaşında bir lavta çalgıcısıdır aslında.
Tom, ergenlikle beraber başlayan geç yaşlanma hastalığı ne doğduğu yüzyıldaki toplumda ne de sonrasında kabul gördüğü için kendine bir sürgün hayatı kurmuştur. Birkaç yılı bir yerde geçirdikten sonra dikkat çekmeye başladığında, oradan arkada iz bırakmadan ayrılıp yeni kimliklerle, olduğu değil göründüğü yaşı kullanarak, kimsenin kendisini tanımadığı bir hayata başlar. Fakat Tom bu hastalıkta yalnız değildir.
Tom’un yalnız kaçışı bir noktada, dünyada sayısı az olan bu hastalığa sahip insanları bir araya getiren gizli bir örgütle, Albatros Derneği’yle kesişir. Bu derneğin üyelerini desteklemek için tek bir kuralı vardır: Aşık olmamak. Aşk ya da herhangi şeylere fazla bağlanmak yasaktır. Bunun dışında kimliğini, yaşını açık etmeden yaşamak serbesttir. Hem de örgütün sağladığı sınırsız maddi imkânla kim ve ne olmak istersen…
Dernekle yollarının kesişmesinin ardından artık Tom’u hayata bağlayan tek bir şey kalmıştır: Yüzyıllar önce, hayatının aşkıyla karşılaşıp kendi ailesini kurduğunda dünyaya gelen ve kendisiyle aynı hastalığa sahip olduğunu bildiği kızını bulmak.
Kitabın en sevdiğim yanı, yazarın zamanı doğrusal şekilde işlemek yerine esere yayması oldu. Shakespeare’li 16. yüzyıl Londra’sından Hemingway’in Paris’ine, 21. yüzyıl Londra’sına kadar geniş bir tarih aralığında bulabilirsiniz kendinizi.
Eserde birçok tema mevcut: Aidiyetsizlik, anı yaşamanın gerçekte ne demek olduğu, geçmiş ve geleceğin hem bir bütün hem de birbirlerinden habersiz iki yabancı olduğunu kabul etmek, birine âşık olmanın mükemmel ışığı ve aynı zamanda sonsuz belirsizlik dehlizindeki ürkütücülüğü, kendinden çok sevdiğin insanlar için yapılan fedakârlığın ucu görünmez arşı…
Ve her şeye rağmen tekrar denemenin, insanoğlunun en vazgeçilemez gardı oluşu…
“Sakın insanlara bağlanma ve tanıştıklarına karşı olabildiğince az şey hissetmeye çalış. Yoksa yavaş yavaş aklını yitirirsin…”
Tom’u anlamak için 400 yaşında olmaya gerek yok. Günümüz toplumunda bir yere ait olamamak, kök salamamak; göç, değişim ve modern hayat bağlamında çok tanıdık bir his. Olduğumuz kişinin ve değiştiremeyeceğimiz şeylerin —ya kabul görmezlerse— kaygısıyla bastırılması, biraz ait hissetmeye başladığımız yerlerden sonunda hüsrana uğrayacağımızı düşünüp kaçma isteğimiz, birini sevmenin ve ona karşı duygusal anlamda çırılçıplak kalmanın ürkütücülüğü…
‘‘Hayatımda bir kez âşık oldum. Galiba bu beni, bir bakıma romantik biri yapıyor. İnsanın tek bir gerçek aşkı olacağı, sonrasında hiçbir şeyin onunla boy ölçüşemeyeceği fikri… Güzel bir fikir ama asıl gerçek, dehşetin ta kendisi: Sonradan yıllar boyu o yalnızlığı göğüslemek. Hayatınızın amacı yok olmuşken var olmaya devam etmek…’’
Kitap boyunca, yanına sadece hatırlamanın lanetini alarak sürgün hayatı yaşayan Tom, yaşamanın cesaretiyle tekrar âşık olduğunda tanışıyor. Bugüne kadar onu yaşatan şey, kızını bulma umuduyken; en son kimliğinde, yeniden âşık olup tüm korkularını bir kenara bırakarak dünyanın önüne seriyor kendini. Kim olduğunu, ne olduğunu bilsinler. Başına gelecekler, onu yüzyıllardır saklayarak yaşatan dernek… Hiçbiri umurunda değil artık.
Tom, gerçek aşkı yaşamak için saklanmamak gerektiğini bilecek kadar yaşlı çünkü.
“Anları yakalamak… Gelip geçici, kısacık anları. Geçmiş ya da geleceğin dışında bir şeyde yaşayabilmek. Sahiden burada olmak. Sonsuzluk, demiş Emily Dickinson, ‘şimdilerden’ oluşur.
Peki insan yaşadığı anda olmayı nasıl başarabilir? Öteki şimdilerin hayaletlerinin araya girmesini nasıl önler? Kısacası, nasıl yaşayabilir?”
Yazının başında da belirtmiştim: Geçmiş ve gelecek, hem bir bütün hem de birbirlerinden habersiz iki yabancı.
Sahiden “burada olmak” ise gerçek sonsuzluk…
Yazınız bana çok değer verdiğim “Yolları Çatallanan Bahçe kitabını anımsattı. Sizlere yazınız için teşekkür ederim 🍀🔆