Merhaba,
Bir süredir Rus klasikleri ve İspanyol edebiyatı üzerinden ilerleyen okuma rotama Türk bir eserle mola vermek istedim: Zülfü Livaneli’nin Engereğin Gözü.
Roman, Osmanlı’ya küçük yaşta satılan Habeşli hadım köle Süleyman Ağa’nın gözünden efendiye bakışı, insanın putlaştırdığı kavramlara duyduğu hayranlığın zamanla nefrete, hatta acımaya dönüşmesini ve iktidara ortak olma ihtimalinin baş döndürücü tesirini anlatıyor.
Açıkça belirtilmese de hikâyede işaret edilen padişah, I. İbrahim. Çocuk yaşta iktidarın güvenliği için zindana kapatılan, bir anda İslam halifesi ve üç kıtanın hükümdarı ilan edilen, ardından da çıkar çatışmaları nedeniyle yeniden zindana atılıp öldürülen padişah… Tarih kitaplarında “Deli İbrahim” olarak anılsa da, gerçekten deli mi yoksa yalnızca iktidar hırslarının kurbanı mı olduğu hâlâ tartışmalı.
Süleyman Ağa’nın, efendisi zindana atıldıktan sonra onunla tek iletişim kurabilen kişi hâline gelmesi, iktidarın en üstündeki kişinin aslında sıradan bir insan olduğunu fark etmesini sağlıyor. Ağa’nın köle olarak iktidara bakışı, romanda en çarpıcı şekilde burada görünüyor aslında.
Kölelikten Efendiliğe
Kitapta geçen şu alıntı, Ağa’nın zihnini anlamak açısından çok dikkat çekici:
“Dervişin kendini adadığı ve hizmet ettiği efendisi varsa, ki Allah’tır o, benim de bu dünyada kulu olmakla onurlandığım bir Efendim vardı. Kendi benliğimi silip onunla bütünleşerek ben de imparator olabilir ve dünyanın dörtte birine hükmedebilirdim. Allah’a karşı nasıl senlik benlik olmazsa bir tâcîdâra karşı da olmazdı."
Habeş’ten getirilip hadım edildikten sonra değersiz bir köle olarak Osmanlı’ya satılan Ağa, haremde güç kazandıkça kendi köleliğini unutur. Cariyelere zalimce davranır, kendini iktidarın bir parçası gibi gösterir. Öyle ki ölümden kurtardığı bir cariyeyi, hadım olmasına rağmen, kendi “kadını” ilan eder ve bu ilişki üzerinden erkekliğini kanıtlama çabasına girer. Bu sahneler, Süleyman Ağa’nın kendi kimliğini nasıl unuttuğunu ve iktidarla bütünleşme uğruna nasıl dönüşümler yaşadığını gösteriyor.
Zamanla iş öyle bir noktaya gelir ki, iktidara yakın hissettikçe ten renginin bile açıldığını düşünür. Köleliğini, ırkını ve hadım edilişini yok sayarak, efendisiyle bütünleşmeyi varoluşunun merkezine koyar. İnsanın değişmez gerçekleri kabullenmek yerine onları yok sayma çabası, aslında kendini inandırma sanatının bir örneği gibi.
İktidarın Yüzleri
Padişahın tahttan indirilip yeniden zindana kapatılmasının ardından, yeni hükümdar olan 7 yaşındaki çocuğu bu kez efendisi yerine koyan Ağa’nın gözünde roller değişir. Artık eski padişah, sebepsiz yere can alan bir zalimdir. Yıllarca taparcasına bağlı olduğu kişiye karşı duyduğu nefret giderek artar.
Tam da bu sırada aklına, kendisini iktidarın gerçek ortağı yapacak bir plan geliyor Ağa’nın. Esir padişahın hem tahtta olan hem de olmayan bütün çocuklarını bizzat zehirleyerek, tahtın devamı için aday bırakmamayı düşünür. Böylece perde arkasındaki güçlerin, esir padişahı yeniden tahta çıkarmaktan başka çaresi kalmayacaktır. O da bu lütfun karşılığında padişahtan sonsuz servet ve güç kazanacağına inanır.
Bir zamanlar gözünde zalimleşen efendisini yeniden tahta çıkarmayı hayal etmesi, Ağa’nın iktidar hırsının en çarpıcı yansıması aslında. Kendi yükselişi için masum şehzadeleri gözünü kırpmadan öldürmeyi planlaması, iktidarın insan ruhunu nasıl şekillendirdiğini gösteren güçlü bir anlatı sunuyor.
Zülfü Livaneli’nin Engereğin Gözü, yalnızca Osmanlı sarayına dair bir tarih anlatısı değil; aynı zamanda iktidarın, kimliklerin ve insani değerlerin nasıl dönüştüğünü gösteren de bir roman. Süleyman Ağa’nın gözünden bakıldığında, kölelik ve efendilik arasındaki sınırların bulanıklaştığını, iktidar uğruna insanın kendi benliğini bile inkâr edebileceğini görüyoruz.
Eser, bize tarihteki bir padişahın trajedisinden çok daha fazlasını anlatıyor: İktidarın gözüne bakarken aslında kendimize, kendi hırslarımıza ve zaaflarımıza bakıyoruz.
Yorum Bırakın