Tarih Fetişizmi ve Malumatfuruşluk

Tarih Fetişizmi ve Malumatfuruşluk
  • 0
    0
    0
    0
  • Türkiye'de özellikle gençler arasında yürüyen 'ideolojik' tartışmalarda nirengi taşının, bir bilim olarak değilse de ideolojik arka plan sağlamaya elverişli yapısıyla tarih olduğu bir dönemdeyiz.

    Türklerin tarihi çok sevdiği ve buna mukabil kimliklerine yönelik eleştirel - karamsar bir tavırla "unutkan" oldukları söylenir. Bu yüzden tarih araştırmalarına verilen önem, "tarihimizden çıkarmamız gereken dersler" söylemiyle güçlenerek biraz da abartılı bir konuma yerleştirilir. Tarih, bugün yaşadığımız tüm sorunların kökünün bulunacağı yerdir. Çoğunlukla bu kökün tarih araştırmacısının bulunduğu ideolojik kampa göre belirlenmesi bir yana; kökü bulduktan sonra ne yapmamız gerektiğine dair bir fikrimiz olmaz. Çünkü bu kök çoğunlukla toplumu şekillendiren maddi koşullarda aranmaz; onun yerine çok daha kolaycı ve basit çözümlere gidilir ve tarihte öznenin rolü yükseltildikçe yükseltilerek kişiler (veya gruplar) hain; milletler veya devletlerse doğal düşman ilan edilir.

    Bu kolaycı ve basit anlayışın düşünsel tartışmalarda yol açacağı sorunlara değinmeden evvel; Türkiye'de tarih anlatısı ve öğrenimi ve bunların 'sıkıntılı' yapısına dair birkaç şey söyleyelim.

     

    Bir Söylemsel Üstünlük Algısı Olarak Anekdotçuluk

    Tarih anlatısında maddi koşulları atlayarak bireyler ve olaylar üzerinden kurulan 'sakat' bağlantılar ve tarih yapıcısı olarak görülen şahıslara atfedilen abartılı güç kendi içerisinde politik - psikolojik nedenlerle açıklanabilir.

    Bir kumandanın 'dehası', bir kralın 'kudreti' ile tarih yorumlayanlar bunu sığ bir bakış açısına sahip oldukları için yapmazlar yalnızca. Orada imrendikleri - kıskandıkları şey sahip olunan iktidar aygıtıdır. Tarihi bu şekilde yorumlamanın amacı belli şahsiyetleri yüceltmek veya yermek; böylece bunlarla kurulan ideolojik bağların yeniden değerlendirilmesini sağlamaktır.

    Anekdotlar, işte tam bu noktada, 'meraklısının bileceği' bilgiler olarak amaca uygun ve elverişli anlatılardır. Birçok tarihi şahsiyet, kendileri hakkında anlatılan anekdotlarla ve kendileri için kurulmak istenen personaya uygun şekilde yeniden üretilir. Mustafa Kemal, II. Abdülhamit, Menderes gibi örneklerde; gerek takipçileri gerekse hasımları tarafından icraatleriyle oldukları kadar anlatılan anekdotlar eliyle de bu yeniden üretimin izleri görülebilir.

    Anekdot anlatıcısı, tarih anlatıcılığında kendini hiyerarşik olarak başka bir noktaya koymayı da başaran kişidir aynı zamanda. Kimsenin bilmediği ve yalnızca sıkı bir araştırmayla bulunabilecek bilgileri derleyip toplayan ve bize aktaran anekdot anlatıcılarını -tarih anlatıcısı demiyorum özellikle - "üstat" olarak adlandırmaktan geri durmayız.

    Doğruluğu veya yanlışlığına çok dikkat etmeden, sanki bir baskı makinesinde çoğaltılmış gibi yayılan ve kitlelere ezberletilmeye çalışılan anekdotlar eliyle, tarihin bir bilim olarak kavranması askıya alınır. Aynı zamanda ideolojik hesaplaşmaların görülmesi için yeni bir saha da açılmış olunur. Bu bozuk tarih algısının ideolojik tartışmaların içeriğine dönük negatif etkisini söylemeye gerek yoktur elbette.

     

    Üvey Evlat Muamelesi Gören Maddi Koşullar

    Özellikle ideolojik ayrışmaları derinden etkileyen olayların, tarihsel anlatım düzeyindeki algılanışı birbirinden farklı iki gerçekliğin hesaplaşmasıdır. Örneğin Cumhuriyet'in ilanı konusunda; onu, kökü çok daha gerilere giden bir modernleşme hareketinin sonucu olarak gören bir bakışa çok az rastlarız. Yahut Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada bir cumhuriyet olarak varolmasına uluslararası konjonktürün etkisini göz ardı etmek, cumhuriyetçi veya cumhuriyet karşıtı kesimde benzer şekilde görülen bir alışkanlıktır.

    Cumhuriyet örneği, Türkiye'deki tarih anlatıcılığında az evvel yukarıda bahsettiğimiz "sakat" yapının kendisini bol bol tekrar ettiği bir olay olması bakımından tipiktir. Cumhuriyetçiler için Cumhuriyet, Atatürk'ün büyük "dehasının" eseridir -bunu söyleyenler ya Osmanlı'da cumhuriyet fikrinin tartışıldığından bihaberdir ya da Kemalizm'in miladi söylemine katkıda bulunuyorlardır. Cumhuriyet karşıtları içinse o, bir grup kendi milletine ve değerlerine düşman "Batıcı" zihnin (bu zihinlerin en büyüğü de Mustafa Kemal'dir elbette) bu ülkeye yaptıkları bir kötülüktür. Her halükarda, iç ve dış grupların birbirleri arasındaki güç mücadeleleri; Osmanlı'dan Cumhuriyet'e devreden ekonomik, politik, kültürel 'miras' ıskalanır yahut bilinçli bir şekilde dışarıda bırakılır.

    Çünkü maddi koşulları anlamaya çalışmadan gerçekleştirilen bu tarih okuması, aslında oldukça kompleks bir yapıya sahip olan ve sonuçları her yere uzanan olayları/olguları anlama konusunda bir kolaycılık sağlar. Kahramanlar ve hainler bellidir, düşmanlar bellidir ve bütün bunlar 'tartışmaya' kapalıdır!

     

    Sona Doğru Sorunlar...

    Tüm bu bozuk ve bilinçli olarak gerçekleştirildiğine inandığım tarih anlatısından yola çıkarak yapılan ideolojik tartışmalar, günün sonunda bir yere varmayan boş konuşmalara dönüşüyor.

    Tarih, 'sonuçların' olduğundan çok 'sebeplerin' bilimidir, buna katılıyorum. Günümüzdeki bir sorunun büyük ihtimalle tarihsel bir arka plana sahip olduğu inancına da sahibim. Fakat bu sorunun oluşmasında tek tek bireylerin ya da dönemsel siyasi kararların maddi koşullardan daha büyük etkisi olduğunu düşünmüyorum. Tarihin bu maddi koşulları aydınlatmada anlamlı bir işlevi olabileceğini düşünmek, daha makul bir seçenek olarak gözüküyor. Yoksa 'ölmüş gitmiş' insanları yücelterek/yererek bağ kurdukları ideolojiye bir değer kazandırabileceğini düşünmek, en hafif tabirle çocuksu geliyor.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.