Türkiye son günlerde dizi - film sektöründe yer alan kadınların, beraber çalıştıkları erkekler tarafından uğradıkları sözlü/cinsel taciz vakalarını ifşa etmesini konuşuyor. Kamuoyu önünde 'saygın' bir kimliğe sahip erkek oyuncuların bu yaşanan olaylardan sonra ciddi bir itibar kaybından başka, gerçek bir hukuki yaptırıma uğramaması bazı kesimlerde bu yaşanılan olayın bir 'cadı avına' dönüştüğü kaygısını uyandırmışa benziyor. Peki, yaşadıkları bu 'travmatik' olayları paylaşan kadınların amacı gerçekten de bir 'cadı avı' başlatmak mı?
Beyaz Yaka Ne Kadar 'Farklı'?
Türkiye'de beyaz yakalı 'hayat alanında' ciddi bir eril hükümranlık, kadınlara -ve tabii eşcinsellere de- karşı bir ayrımcılık yaşandığı apaçık bir gerçek. Beyaz yakalı hayat geleneksel ataerkil anlayışa karşı çıkar gibi gözükürken; kadınları farklı bir yolla baskı ve kontrol altında tutmayı başarıyor. Bunu çoğu zaman kimselerin fark edemeyeceği şekilde gerçekleştirirken, bazen bu son olaylarda da gördüğümüz gibi kendisi için 'aşırıya' kaçtığı örnekler de yaşanabiliyor. Türkiye'deki çalışma kültürünün yapısı; geleneksel ataerkil görüşten ayrılır gibi gözükse de kökeninde kadınları ve kadınlığı 'belli bir yere' kadar içeren ve oradan sonrasında da dışlayan yapısıyla yine kadınların 'mağdur' olmasına sebebiyet veriyor. Dizi - film sektörüyse, Türkiye'de kapitalist anlamda 'endüstri' olmayı başarmış nadir alanlardan biri olarak kadınların yaşadığı sıkıntıların en üst noktada hissedilmesiyle öne çıkıyor. Üstelik, dizi - film sektöründe oyuncu olarak yer alan kadınların; çektikleri/çekebilecekleri 'erotik' sahneler sonucu toplum önünde karşılaştıkları baskının boyutu ve bu baskının sonucunun kariyerlerine yansıması da göz önüne alınırsa, kadınların ve kadınlığın dizi - film sektörü içindeki durumu daha iyi anlaşılabilir. Bu noktada, yaşanan ifşaların 'devede kulak' olabileceği ihtimali her zaman masada olmalı. Bir bu kadar kadının yine bir bu kadar çok olumsuz tecrübeler yaşamış olabileceği ihtimali akla yatkın geliyor.
Yardım Çığlığı Mı Yoksa Kavga Islığı Mı?
Dolayısıyla, geçmişte başka örneklerde de gördüğümüz gibi, bu yaşananlar aslında kadınların 'yardım çığlığı' olarak ele alınmamalı. İfşa mesajlarında kullanılan ifadelerden de görüleceği üzere bu, çoktan çürümüş ve kokuşmuş bir düzenin içinde yer alan kadınların "Artık yeter!" diyerek edilgen durumdan aktif bir mücadeleye girişmelerini duyuran bir 'kavga ıslığı' olarak görülmeli - 'savaş narası' tabiri de zannımca uygun düşüyor bu duruma. Bu kavga/savaş başlangıcını müjdeleyen ifşaları, bir cadı avı olarak gören hatırı sayılır bir kitle ortaya çıktı. Aralarında pop şarkıcısı Gülşen'in de bulunduğu bu isimler, "suçu ispat edilene dek" herkesin masum olduğu ifadesinden yola çıkarak yapılan ifşaların 'değerini' küçümseyen, hatta bunları bir noktada zararlı bulan bir söylem benimsemişe benziyorlar. Özellikle Gülşen üzerinden gidersek, son yıllarda laik/seküler kesimin kendilerinden biri olarak görüp "Cumhuriyetçi, aydın, çağdaş Türk kadını" olarak ikonlaştırdıkları bir isimden bu olaya bir destek açıklaması görmemeleri, birçok kadını hayal kırıklığına uğratmış gibi gözüküyor. Fakat yine, Gülşen ikononografisinde kullanılan sıfatlara ve yaslandıkları ideolojik kampa baktığımızda, pop şarkıcısının olaya karşı takındığı tutumun hiç de şaşırtıcı olmadığını görebiliriz. Türkiye'de laik/seküler zihnin ve bu anlayışın toplumdaki en belirgin temsilcisi Kemalizmin kadın ve kadınlıkla ilgili fikirleri, muhafazakar/mukaddesatçı gelenekle hem bir çatışma hem de gerekli yerlerde bir uzlaşma içerir. Cumhuriyetin kadına 'verdiği' haklar derken; kadınların belli hakları elde etmek için giriştikleri mücadeleler hiç yaşanmamış gibi dışlanırken, aynı zamanda bu hakların onlara tanrısal bir lütufmuşçasına sunulduğu anlatılmak istenir. Belirli propagandalarla desteklenen bu söylemle kadınların geleneksel konumu yerinden edilirken; onları yine ikincil ve tâbi bir alana yerleştirmek amaçlanır. Dolayısıyla Kemalizmin ve muhafazakarlığın, ulus inşaası amacıyla kadının konumunu araçsallaştırmak; ona ikincil bir rol vermek konusunda gizli bir ittifakları vardır aslında. Bu bakımdan, ulus inşacı zihniyetin egemen olduğu ideolojiler ister laisist/seküler ister muhafazakar/mukaddesatçı olsun, kadına hakiki anlamıyla bir özgürlük vermezler. Konuya bu açıdan bakıldığında, "suçu kanıtlanana dek herkes masumdur" ifadesine sığınılarak ortaya konan tepkilerin altında başka bir ideolojik temelin yer aldığı anlaşılacaktır. Nitekim bu son yaşanan olayda, 'ifşacı' kadınların 'cadı avı' başlattığını ifade edenlerin Kemalizm'den İslamcılık'a uzanan bir çizgide seyrettiğini göz önüne alırsak, bu açıklamamızın gerçeklerle örtüşen yanı daha da ortaya çıkar.
Ne Yapmalı?
Kadın meselesinin kendine özgü yanını kavradıktan sonra, bütün bir sistem içerisindeki yerini de doğru teşhis etmek gerek. Bütün çalışma sisteminin 'egemenlere göre işleyen' tarafının büyük toplum kesimlerini ne denli mağdur ettiğini idrak edip bir toplumsal mücadeleye girişilmeli. Bu toplumsal mücadele dizi - film sektöründen başlayıp kadınların ve kadınlığın yok sayıldığı tüm bir çalışma sahasına kadar uzanmalı. Böylece toplumsal adaleti sağlamak, yargı sisteminin bu 'bilinçle' karar alması için meşru bir baskı kurmak daha mümkün hale gelecektir. Özellikle dizi - film sektöründeki eril hükümranlığın yıkılması adına, bu yaşanan 'ifşa dalgasının' kıymetli olduğunu düşünüyorum. Fakat 'ifşa' edilen erkeklerin yalnızca bir toplumsal tepki ve sektörel tecrit uygulamasına muhatap olmasını yeterli görmüyorum. Bunlarla birlikte meselenin hukuka intikalinin de yapılması, bir daha böyle olayların yaşanmaması adına sivil toplumun bilinçli bir mücadeleye girişmesinin elzem olduğuna inanıyorum. Yoksa mesele sırf bu ifşalarla kaldığında, toplumsal tepkiler de zamanla sönümlenecek, sektörel tecritler de çoğu zaman olduğu gibi yerini 'geri dönüşlere' bırakacaktır.
Dünya görüşünüzü yargılamadım. Sadece ne olursa olsun kadınlara da, mücadelelerine de, en doğal insan haklarına da sahip olmamız (erişemiyor olmamızın sebebi malum) ne kadar tekelleşse de, başka şeylere araç olarak kullanılsa da cumhuriyettir. Fazla kutsallaştırmakla, yok sayılmak arasında, bazen de sizde olduğu gibi “ama”larla, bu gerçeğin yeterince vurgulanmadığını düşünüyorum. Teşekkür ederim cevabınız için.