Birkaç gün önce Bengi Başer'in yaptığı bir X paylaşımı çok konuşuldu, tartışıldı. Başer yaptığı paylaşımda sokaklarda asıl mücadele etmemiz gerekenin başıboş hayvanlar değil, belli bir tipografiyi tasvir eden fotoğraflarını paylaştığı bir 'insan alt türü' olduğunu söylemişti.
Birçok insan Başer'in burada 'Hırtlar Vadisi' başlığıyla paylaştığı fotoğraftaki tipografiyle Kürtler'i kastetmek istediğini savundu. Hatta bazıları daha da ileri giderek, Başer'in Anadolulu, beyaz tenli olmayan herkese karşı bir hedef gösterme işine girdiğini söylediler.
Başer'in söz konusu paylaşımında orta sınıf, şehirli bir kitlenin güvenlik kaygılarının dile getirildiği açık. Çoğunluğuyla Zafer Partisi gibi seküler milliyetçi partilere oy vermeye meyilli bu kitlenin, sokakların güvenliği konusunda ciddi endişeleri bulunuyor. (Başer'in, Zafer Partisi'ne yakın kitleden ayrılan yönü olarak, sokak hayvanlarına dair iyimser - hayvansever bir perspektife sahip olması sayılabilir. Söz konusu kitle - genel olarak - sokak köpeklerinin uyutulmasını savunurken, buna bir şekilde karşı çıkan herkesi 'ittapar' olarak tanımlamalarıyla öne çıkıyor)
'Kent'i Kaybetmek!
Türkiye'de beyaz yaka yaşamın gerek ekonomik gerekse sosyal statü - itibar kaybı AKP iktidarının son 10 yılı itibariyle inanılmaz bir ivmelenme yaşadı. AKP'nin zaten 'okumuş' kitleye karşı alerjisi farklı farklı isimlerin ağzından çıkan sözlerle biliniyor - "Okuma oranları arttıkça beni afakanlar basıyor!" diyen Bülent Arı'yı hatırlayınız. Eğitimi toplum mühendisliğinin bir aracı olarak araçsallaştıran 23 yıllık iktidarın, gerek her şehre üniversite açarak gerekse eğitim müfredatını çok kısa aralıklarla sürekli değiştirerek; toplumsal konumunu eğitimine borçlu kitlenin öfkesini çekmesi kaçınılmazdı. Elbette bu kitlenin AKP'nin içinden geldiği Milli Görüş ve Siyasal İslam geleneğine karşı duyduğu endişe ve korkunun da AKP - 'okumuşlar' çatışmasında bir faktör olduğunu unutmamalıyız. Fakat sonuç olarak, iktidarın başta kendi oy tabanına olmak üzere büyük toplum kesimlerine bir 'öcü' olarak düşmanlaştırdığı seküler, şehirli kitleyle mücadelesi hiçbir zaman bitmedi.
Bu mücadele, büyükşehirlerde seküler şehirli kitlenin kültürel hayatının yapıtaşlarına müdahalelerle yürütüldü. İktidar bu müdahaleler aracılığıyla, devlet imkanlarının beraberinde getirdiği gücü de kullanarak, bilinçli bir mesaj vermeyi amaçlıyordu. 'Artık buranın sahibi biziz' tarzı bir büyüklenme edasıyla seküler şehirli yaşamı kısıtlayacak; onu, hiçbir zaman istemediği bir karşıtına dönüştürmeyi amaçlayan adımlar 23 yıl boyunca düzenli olarak atıldı.
Bu mücadelenin sonucunda, büyükşehirlerde 2000'lerin ortasına dek süren ve gündelik hayatın bir parçası olan 'gece hayatı' kavramı başta olmak üzere, çoğu kültürel kavram dönüştü ve değişti.
Kent yaşamı, ekonomik imtiyazlı sınıfın farklılaşmasının da etkisiyle, kültürel olarak çok daha muhafazakar bir kanada yakınsamaya başladı. Sekülerlerin yıllardır müdavimi olduğu tiyatrolar, gece kulüpleri, meyhaneler, sinemalar, kültür merkezleri... Hepsi birer birer kapandı ve yerlerine köyden kente göçmüş insanların ekonomik ve kültürel beklentilerine karşılık verecek yapılar inşa edilmeye başlandı.
Sokak Hayvanlarının Özel Yeri
Sokak hayvanları işte bu noktada, şehirli insanın 'değer' olarak gördüğü hayvanseverlik kavramının içinde yer almasıyla da öne çıkıyor. Çünkü bizde sokak hayvanı aslında şehirli bir kavramdır; taşrada hayvan -ve özel olarak köpek- evin bulunduğu arazide, bahçenin içinde, kapının önünde bağlı vaziyettedir. Köpekler üzerinden gidelim. Taşrada köpek, koruyuculuğu ve sadıklığıyla öne çıkmasının dışında başka herhangi bir değeri olmayan bir hayvandır. Taşralının evini, hayvanını, bahçesini korur ve başka da bir işlevi yoktur. Bunun dışında, başıboş gezen köpekler ise tehdit ve endişe yayan bir unsur olmaktan başka bir şey değildir. Genelde bu hayvanları korkutmak, kaçırmak, gerektiğinde öldürmek için evlerinde tüfek bulunduran insan çoktur.
Sokak hayvanlarının şehirdeki yeri ve önemi elbette başkadır. Onları beslemek, sahiplenmek yakın zamana dek bir değer olarak sunuluyordu. Başıboş bir sokak köpeğinin saldırdığı insanlar medyada çok nadir haber oluyordu; buna karşın, acımasızca bir sokak hayvanını öldüren de arabasıyla farkında olmadan üzerinden geçen de aynı şekilde ayıplanıyor ve karşı çıkılıyordu.
Fakat seküler insanın değer olarak gördüğü her şeyin değiştiği gibi, sokak hayvanları meselesi de değişti. Artık sokak hayvanları, tıpkı taşralı insanın zihnindeki konumu gibi, başıboş bir şekilde şehrin sokaklarında gezmemesi gereken bir tehdit olarak görülüyor. Herkes tarafından görülmese bile, geleneksel medya ve sosyal medyadaki hakim anlatı; sokak hayvanlarına karşı ufak da olsa bir sempati besleyen herkesi saf bir iyimserlikle birlikte gerçeklerden kopuk olmakla suçlanıyor.
Sokak hayvanlarını sahiplenenler, aslında bunu saf bir hayvanseverlikle yapmıyor yalnızca. Kendi algıladıkları kent yaşamına dair kaybettikleri onca şeyin arasından, ellerinde kalan bir 'değere' sımsıkı tutunmak, onu sahiplenmek istiyorlar.
Ve Güvenlik...
İşte Başer buradaki 'hezeyandan' ilhamla, bambaşka bir sorunun kapısını aralamış oluyor -yahut çoktan aralık duran bir kapıdan içeri bakıyor. Kuşaklardır devam eden köyden kente göçenlerin, başta Suriyeli olmak üzere başka ülkelerden -kendilerince pek 'matah' olmaya ülkelerden- gelen göçmenlerin tehdit ettiği kent yaşamı algısının bir aşaması olarak güvenliğe parmak basıyor. Söz konusu kitlelerin, çoğunluğu ekonomik olarak kendi yaşadıkları şehirlerin en yoksul semtlerinde yer almalarını; bu insanların eğitim, sağlık, barınma gibi ihtiyaçlara ne kadar ulaşabildiğinı hiç sorgulamadan; onları sokak çetelerinin, illegal yapılanmaların kullanışlı elemanları haline getiren ekonomik düzene ve devletin yetersizliğine yahut vurdumduymazlığına hiç değinmeden ustaca bir kolaycılıkla belli bir tipolojiyi sorunun kaynağı olarak gösteriyor. Kullandığı 'hırt' ifadesinin, ırkçı - faşist bir gönderme aracı olarak kullanılıp kullanılmadığı konusundaki genel algıya katılmakla beraber; herhangi bir kesimi hedef göstermek için böyle bir kelime seçimine her zaman gerek olmadığı da aşikar. Başer zaten sorunun kaynağı olarak devletin yetersizliği veya ekonomik nedenleri göz ardı edip belli bir tipolojiyi öne çıkararak yeterince 'ayrımcı' ve kolaycı göndermelerde bulunmuş oluyor.
Biraz Anlayış ve Bilinç
Türkiye'nin köyden kente göçle ve bilinçli bir tercih sonucu sınır güvenliğindeki 'gevşeme' sonucu belli birtakım sorunlar yaşaması kadar doğal bir şey yok. Bunları yaşamamız bir tercihler silsilesi ve iktidarın çoğunlukla başarısız politikalarının bir sonucu. Bu anlayış ve bilince sahip olarak meselelerin üzerine eğilmemiz gerek. İktidar nasıl seküler şehirli yaşamı dönüştürmek için planlı bir mücadelenin içine girdiyse, bunun farkına varıp örgütlenmek söz konusu kitlelerin önceliği olmalı. Dahası, Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik kriz içerisinde; demokrasi ve adaleti 'geri getirmedikçe' yaşanılacak sorunların her alana sıçrayacağını anlamamız lazım. Dolayısıyla Türk milletinin içinde bulunduğu "yoksullaşma, mülksüzleşme ve besinsizleşme" belasını ortadan kaldıracak ekonomik ve siyasi değişiklikleri yapmadıkça, sokakların güvenli olmasını beklemek son derece büyük bir safdillik olur.
Yorum Bırakın