Katie Kitamura Yakınlasmlar

Katie Kitamura Yakınlasmlar
  • 0
    0
    0
    0
  • Modern ve post modern edebiyatı takip eden okurlar olarak, bazen sosyal medyadaki pr tuzağına düşebiliyoruz. "Güvenilir" okur yorumları, enternasyonal ödüller, bazı aplikasyonlardaki yıldızlar.. Tüm bunlar kitabı satın alma refleksimizde gerçekten etkili olabiliyor. Bunları hepten gözardı etmek mümkün değil ama; sosyal medya, bazı kitapları çok satanlar raflarına oturtup aylarca liste başı yapsa da, aslında hayalkırıklığı olan, hem hikayesi hem de edebi niteliğin zayıflığıyla hayalkırıklığı olan çok kitap oldu son yıllarda. 

    Katie Kitamura'nın İthaki Modern'den çıkan ''Yakınlaşmlar'' adlı novellasına da, bu sebeplerden dolayı beklentisiz başlamıştım. Ama kitabın sonunda, detayları olabildiğince sade biçimde anlatan, okuru sıradanın derinliğiyle tanıştıran bir yazar tanımış oldum.

    New York'tan Lahey'e taşınan bir simultane çevirmenin, işlediği savaş suçları yüzünden yargılanan bir diktatörün davasında tercüman olarak görev alması ve buna paralel ilerleyen özel yaşamını irdeliyor Yakınlaşmalar.  Kitabın ana temalarından biri olarak diktatörün iktidarını kaybetmesini, yargılanmasını, bu süreçte destekçilerinin de etkisiyle içinde bulunduğu ruh halini pek de sorgulamayıp haklılığına inanmasını okuyoruz. Bir yandan da; kitaptaki ana karakter olan isimsiz kadın anlatıcının hayatın zorunlu değişimler ve ani alınmak zorunda kalınan kararlar neticesinde geldiği yer, bu ülke değişimine eşlik eden içsel yolculuk.. Birbirinden bağımsız bu iki durumun ''yakınlaşmalar''ı, aslında kitabın derdi.

    ''Evimde olduğumu hissedeceğim bir yerde olmak istiyorum. Ama oranın neresi olduğunu bilmiyordum.''

    Ev, zaten edebiyatta üzerine en çok düşünülen / yazılan meselelerden biri olsa gerek. Hem gerçek, hem de metaforik anlamıyla. Benim kişisel tarihimin de önemli bir yerinde duran bir soru bu. Ev nedir? İnsanın evi neresidir?

    Gelgelelim, bu soruyu anlama/anlamlandırma çabasını ele alan metin örneği nicel olarak fazla olsa da, nitelik bakımından hayli eksik. Bu kitap sayesinde tanıdığım ve diğer kitaplarının da Türkçe'de yayımlanması için sabırsızlandığım Katie Kitamura'nın Yakınlaşmalar'ı, gerçekten de insanın ve edebiyatın ev sorunsalına dair derinleşen, yüzleştiren, nitelikli ve sinematografik bir anlatımla; müthiş bir metin yaratmış.

    Kitamura, karakterin aidiyetsizlik hissini ve kök salamama halini, içinde taşıdığı ev meselesini ince ince işlemiş. Bunu  doğrudan ifade etmek, iç ses ya da aforizmalara sığınmak yerine; okuyucuya sezdirerek yapmış ki; yazarın en takdir ettiğim, hayran olduğum yönü oldu bu. Aidiyet sorunsalı, ev'in anlamı... Ve tabii aşk. Aşk da kitaptaki hikayenin temelini oluşturan önemli bir etken. İsimsiz kadın anlatıcı ve sevgilisi Adrian arasındaki aşkı genel geçer kalıplara uyan bir ilişki olarak okumak zor. Yalnızca Adrian'ın evli olması değil, beklentisiz başlanan bu ilişkinin dönüşümü ve akıbeti de pek çoğumuzun yaşamda aşina olduğu, en azından tanık olduğumuz bir serüven.

    Adrian ve isimsiz anlatıcımızın ''yasak aşkına'' yeniden döneceğim ama; yazarın kitapta değindiği bir noktayı çok önemsedim ve çok da düşündüm üzerine. Bugün Türkiye'de içinden geçtiğimiz süreci düşününce daha da anlamlı ve düşünmeye değer oldu. Mahkemede savaş suçlusu olarak yargılanan eski devlet başkanına simultane tercümanlık yapan anlatıcımız, bir diktatör olan eski başkanla karşılaştığında, onu ''derinlikten yoksun bir yüze sahip'' diye tanımlıyor.

    Yakın geçmişte; hem dünya tarihinde hem de ülkemiz özelinde böyle örnekler yaşandığını biliyoruz. Otoriter rejim liderlerinin ve işkencecilerin yargı, mahkumiyet ve infaz anlarındaki çaresiz, korkak ve güçsüz duruşları.. Şaşırtıcı geliyor gerçekten de. Onlara salt insan olarak baktığımızda, daha doğrusu onlar güç aldıkları kimlikleri kaybettiklerinde hayrete düşüyoruz, yakın tarih okumalarımızda. Peki fark ettiğimiz bu acziyet gerçekten garip mi yoksa biz insanların, zalim muktedirlere fazla anlam yüklemiş olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek mi? Kitabın zihnimde bıraktığı en keskin sorulardan biri oldu bu. Belki de otoriterleşmenin ve oranrtısız gücün dünyanın her yerini sardığı; biz sıradanların sıradan günlük hayatlarını bile böylesi etkilediği bir dönemde, insanlık olarak bu ikileme dair hakikate cevap aramalıyızdır, kim bilir?

    Aşka dönecek olursak, anlatıcı ve Adrian'ın ilişkisini bir yakınlaşmadan ziyade; biçim değiştirme olarak okumak zannediyorum ki daha doğru olur. Bu değişiklik, Adrian'ın bir süre için uzaklaşmak zorunda olduğunu söyleyşp, daha evvel karısı ve çocujlarıyla yaşadığı evi de sevgilisine emanet edip onların yanına gitmesiyle başlıyor. Adrian, sevgilisinin o evde kalmasını isteyerek yaşanan uzaklığı bir yakınlaşmaya dönüştürdüğünü düşünüyor. Peki sonra? Suskunluk.. Sessizlik..

    Anlatıcı kadın karakterimiz o sessizliğim içinde kendi sesini bulmaya başlıyor zamanla. Ve Adrian'la arasındaki kırılgan, suni yakınlaşmayı kendi içinde sonlandırıyor. Zaten ''emanet edilmiş bir ev'' iki sevgilinin yakınlaşması için yeterli midir? Fakat ne kadar keskin kararlar alsa da, insanın sessizlikten galip çıkması mümkün değil. Ne hayatta, ne de kurmacada. En kati suskunluk tavrında bile bir neden, bir cevap ya da son bir çaba arar. Karşı taraf öyle bir şey söylesin ki, hikayeyi devam ettirebilecek bir sebep sunsun ister. Ya da sürecin kendiliğinden buna evrilmesini diler.

    Yakınlaşmlar'da da tıpkı bizlerin hayatında olduğu gibi, büyük yüzleşmelerle veya ortaya konan çok geçerli(!) sebeplerle değil; küçük anlardan doğan, doğru zamanlamayı bulan bir araya gelişler nihayetinde klasik bir mutlu sona değilse de, bir devama varır ilişki.

    Katie Kitamura, 164 sayfalık bu kısa romanda hem bireysel hem toplumsal bağlamda derin sorular soran bir metin yaratmış. Kişisel tarihimde şimdiden yer eden bu romanı okumaktan gerçekten keyif aldım. Umarım yazarın diğer kitaplarını okumak için çok beklemeyiz.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.