Belki de düşmek, sadece insana ait değildir.
Yıldızlar hizaya düşer, yağmur toprağa düşer, galaksiler görünmeyen merkezlerine doğru sonsuza dek spiral çizer. Her şey aynı ilkeye göre hareket eder: görünmeyen bir çekim, birleşme arzusu.
Biz de bundan muaf değiliz. Aşka düşmek, kendimize düşmek, dağılmak… Aslında hepsi aynı çekim yasasının farklı dillerdeki ifadeleri.
Ve evet — düşeriz. Kimi zaman sessizce, kimi zaman sert bir şekilde. Ama her defasında daha farkında. Ne anladım biliyor musunuz? Hayat bizden kusursuzluk değil, süreklilik istiyor. Sonuçta hiçbirimiz hatasız değiliz.
Bazen yanlış insanlara güveniriz, bazen doğru kelimeyi yanlış zamanda söyleriz. Fakat insanı tanımlayan bu hataları değil; bu hatalardan sonra kurduğu ilişkidir. Yeniden konuşabilmek, yeniden yaklaşabilmek, yeniden ve yeniden deneyebilmek.
Sizce de düşüşte ezeli bir taraf yok mu? Düşünsenize Güneş bile her akşam ufkun ardına düşüyor. Ölmek için değil, yenilenmek için. Belki bizim düşüşlerimiz de böyledir. Her düşüşümüz bir sonraki doğuşumuzun hazırlığı olmasın?
İnsanlar gelir, gider; bazıları kalamadıkları için yaralar bizi. Ama bu da kozmik bir alışverişin parçası — buluşuruz, birbirimizin şeklini değiştiririz, zamanı geldiğinde bırakırız.
Sanırım şu noktayı kaçırıyoruz: devam etmek, geçmişi silmek değil; geçmişle barış içinde var olabilmektir. İnsanın en olgun hâli, hâlâ inanabiliyor olmasıdır. Kırılmışken bile iyi olmayı seçebilmesi, yeniden güvenmeye yer açabilmesi, yeniden başlama ihtimalini reddetmemesi.
Çünkü her gün, hayatın bize sessizce söylediği tek cümle budur:
Devam et.



Yorum Bırakın