ardından kabullenmek zor oldu bir şeyleri, yalan söylemeyeceğim. bomboş heba ettim belki de günlerimi biliyorum, gerçi sen artık yoksan neye yarardı upuzun günler? üşüdün biliyorum, ben bile üşüdüm bu kapkalın kazaklarımla. pencereleri açtım önce, çıkardım üzerimdekileri bir bir. bugün sen üşüdün, o diri toprağın altında çürümeye yüz tutmuş bedenin titredi belki de.
bugün ben de üşüdüm, sana yazarken parmaklarımı hissetmeyecek kadar uyuşturdu rüzgar bedenimi. bugün biz üşüdük güzel dostum, bırak herkes üşüsün. üşüyecekler.
ardımdan da üşürler mi..?
üçüncü gün kim ağlar ardımdan, söyle. neyi kabul ettirmeye çalışıyorum bu kadar yahut neyi oldurmaya çalışıyorum da bir bir suratıma kapanıyor bu kapılar? bir çay koydum sana bu gece, soğudu durdu öylece.
bu gece bir dilsiz gibi ağladım, nitekim konuşmayan dile bir vasıf yüklenir miydi? herkes toplandı başıma da, ağzımı açıp tek kelime edemedim inan. şu ufacık dünyada ne hissettiğimi salt olarak aktarabildiğim sayılı kişilerden bir tanesi diri toprak altındayken, ne söyleyebilirdim?
bunca çaresizliği kelimelere dökmek imkansızdı, usul usul ben fısıldadım bu gecenin çıkmaz karanlığına.
"işler daha ne kadar kötüye gidebilir ki?"
ağzımı araladım, birkaç şey söyledim meraklı gözlere. öylece baktılar suratıma, farklı bir dil paylaşırmışım gibi. ucuzdan birkaç teselli cümlesi sıralamaya kalktılar, bunlara ihtiyacım yoktu. sevilmeye de ihtiyacım yoktu, neye ihtiyacım yoksa onun ağırlığını attılar omzuma. biraz anlaşılmak, karşılıklı birkaç sigara istedim halbuki. susmak istedim, gözlerim yeterince belli etmez miydi acımı? etmezmiş gibi bomboş baktılar suratıma, 'konuşsana' dediler. halbuki anlatacak neyim vardı bu boş gözlere, biraz sevgi serpiştirmiş o bencil bakışlarına, karşımda bir bilmişlikle otururken hem de. daha da çok sustum. sen olsan bir sigara yakar defterlerimi karıştırır birkaç cümle eklerdin, akıl verirce değil de acımın tesirini anlatır nitelikten.
bu samimiyetsizliği ardında bırakıp gittin, bense vaktimi bekler oldum. neden senin kadar cesur değildim ki? sana hiç kızamadım, kızdım ama kızamadım işte. bu da benim bakışlarımın bencilliğinden olsa gerek. tek bildiğim bundan daha iyisini hak ettiğindi, onlar ızdırap içinde erirken sen biraz olsun intikam duygusunun keyfine varmalıydın. bütün sancıyı yüklendin, gözlerine bir kez olsun bakmasam seni öyle suçlardım ki, aklın dahi almazdı.
artık ne hissediyorum anımsayamıyorum, ne düşünüyorum idrak edemiyorum. süzgecimden geçmiyor hiçbir düşünce, sadece doluyor ve taşıyor. durmuyor, durmadan taşıyor. devamlı akıyor, sonunu getiremiyorum.
ben artık yapamıyorum.
halbuki ben yıllarımı harcadım bu cümleyi kurmamak için, ayazlara hapsettim kendimi. ne zaman susacağımı bilmeden ağladım, hissedemediğim her acı için ağladım. beni bilmeyen bedenlere sarıldım, yükümü alsınlar istedim ama ağzımı bile açamadım. öylece sırtımı sıvazladılar.
neden böyle oldu?
öylece örtemedim üstünü, kestirip atamadım bu boşluğu. hep inkar da etsem bir teselli aradım, aramaya devam ediyorum. fakat nereye kadar? neden son demlerimi içiyor gibiyim, bir bardak çayım daha yokmuş gibi. bunlar veda cümleleri değil, bunlar benim çığlıklarımdı.
kim duyardı ya da neden duyardı bilmiyorum, bir ele ihtiyacım vardı yalnızca. bir yalan söylesin bana bu gece, inanacakmışım gibi 'geçecek bunlar' desin. sadece hissetsin ya da tek söz söylemeden. yükümü bir saniyeliğine o kaldırsın, almasa da yokluğu nasıl bir his bileyim istiyorum.
çok korkuyorum, bir veda mektubu yazmaya çok korkuyorum kumarbaz.
bunu en iyi sen bilirsin, oradan beni duysan ne fayda?

Yorum Bırakın