Bugünlerde queer kültürün vitrininde bir hayli parıltılı, bir o kadar da gürültülü bir temsiliyet dalgası var. Özellikle Heated Rivalry ve benzeri rakip sporcuların gizli aşkı temalı yapımlar, dijital platformların ve sosyal medya PR ağlarının baş tacı edilmiş durumda. Ancak bu yapımlara biraz daha yakından, o parıltılı ambalajı biraz kazıyarak baktığımızda; karşımızda özgürleştirici bir queer anlatıdan ziyade heteronormatif dünyanın fantezi nesnelerine indirgenmiş laço estetiğiyle cilalanmış ve derinliğini tamamen seks üzerine kurulu bir mekaniğe bırakmış bir yapı görüyoruz.
Daha da fenası bu yapımlara dair getirilen her estetik eleştiri, kalkan gibi önümüze sürülen o meşhur savunma duvarına çarpıyor: "Ama kitabını okumadan yorum yapma!" Sanki sinema ve dizi, edebiyatın sadece bir görsel özetiymiş gibi... Gelin, bu şeyin neden sadece bir beğeni meselesi olmadığını aksine sinematografik bir teslimiyet olduğunu beraber deşelim.
***
Laço Estetiği ve Maskülenliğin Fetişizasyonu
Bu tür anlatıların merkezinde her zaman iki "zirve" figür vardır: İkisi de spor takımı kaptanı, ikisi de sistemin en başarılısı, ikisi de en erkek. Hikâye, bu iki hiper-maskülen figürün birbirini alt etme çabası üzerinden kurulur. Buradaki temel problem, bu maskülenliğin queer bir perspektifle bozulması, sarsılması veya eleştirilmesinden ziyade en kaba haliyle fetişize edilmesidir.
Karakterlerin laço (maço/erkeksi) halleri, anlatının en büyük satış noktasıdır. Bizden istenen, bu iki adamın ne kadar erkek olduklarına hayran kalmamız ve bu sert kabuğun içindeki gizli arzuyu yasak meyve tadında tüketmemizdir. Ancak queer sinema, erkekliği bir tapınma nesnesi olarak görmez, bir performans olarak görür. Bu yapımlarda ise maskülenlik bir performanstan öte bir kader gibidir. Karakterler sadece erkek gibi oldukları sürece arzulanabilirler. Bu durum, queer arzunun o sınırları yıkan gücünü, yine patriyarkanın (ataerkilliğin) en dar kalıplarına hapseder.
Gey P*rn* Estetiği: Duygunun Değil, Etin Sineması
Sıklıkla dile getirilen gey p*rn* gibi eleştirisi, aslında bu yapımların sinematografik diline dair çok net bir tespittir. Pornografik estetiğin en belirgin özelliği, bedeni bir anlam üreticisi olarak görmekten öte bir tüketim nesnesi olarak görmesidir. Kameranın bu karakterlere yaklaşımı, onları kadraja yerleştirme biçimi; tamamen o kaslı vücutların, terli tenlerin ve güç gösterisi olan seks sahnelerinin sergilenmesi üzerinedir.
Burada bir duygulanım yoktur, sadece bir görsel iştah vardır. Karakterlerin birbirine bakışı, bir arzunun derinliğini ifade etmez, bir av ve avcı ilişkisinin mekanikliğini yansıtır. İlişkinin neredeyse tamamen seks üzerine kurulu olması bu mekanikliği daha da pekiştirir. Seks, bir yakınlaşma veya bir keşif alanı olarak kurgulanmaz, rekabetin yatak odasına taşınmış halidir. Onu sahada yenemedim ama yatakta fethettim kafası, queer arzundan çok ötelerde, sadece bir fetih fantezisini besler. Bu yüzden ortaya çıkan şey pazarın talep ettiği bir içerik (content) olmaktan öteye gidemez.
Gizli Kapılar ve Klozet Romantizmi
Bu anlatıların en sorunlu tarafı gizli saklı sevişme halini bir romantizm ve heyecan unsuru olarak pazarlamasıdır. İki rakip kaptanın gizlice, soyunma odalarında veya otel koridorlarında birbirine teslim olması, izleyiciye bir gerilim olarak sunulur. Oysa gerçekte bu, queer bireylerin tarihsel olarak içine hapsedildiği o klozetin (closet/açılmamışlık) ve saklanma zorunluluğunun estetikleştirilmesidir.
Utanç ve gizlilik, burada bir tutku motoru olarak kullanılır. Bu yaklaşım, queer geleceğe dair bir umut veya radikal bir çıkış önermek yerine, bizi geçmişin o karanlık, suçluluk duygusuyla bezeli koridorlarına geri hapseder. İki başarılı adamın toplum önünde en maço rolünü oynayıp karanlıkta birbirlerini mahvetmesi, queer varoluşun onurlu bir temsili olmadığı gibi süphesiz toplumsal baskının içselleştirilmiş halidir. Ve bu hali vay ne kadar tutkulu diye alkışlamamız beklenir. İşte rezil olan tam olarak budur: Baskıyı, bir fantezi sosuyla yeniden servis etmek.
Perdenin Özgül Ağırlığı: Kitabını Oku Despotizmi
Gelelim o meşhur savunmaya: "Kitabı çok daha derin, önce onu oku." Bu argüman, sinemanın ve görsel sanatların kendine has dilini tamamen yok sayan bir kibirdir. Bir hikâye ekrana taşındığı an, artık o hikâye kelimelerin değil görüntünün ve sesin malıdır. Bir yönetmen karakterin iç dünyasını ışıkla, açıyla, sesle veya sessizlikle anlatamıyorsa; o yapım sinematografik olarak başarısızdır.
"Kitapta öyle değildi" demek, perdedeki o gey p*rn* sterilliğini veya anlatı sığlığını kurtarmaz. Sinema, edebiyatın bir illüstrasyonu değildir. Işığın bedene vuruşu, bir oyuncunun tek bir bakışı veya kameranın bir mekânı kullanış biçimi, romandaki yüzlerce sayfadan daha fazla şey söyleyebilir. Eğer biz perdede sadece kaslı adamların mekanik seksini görüyorsak, kitabın derinliği bizi ilgilendirmez. Çünkü biz, perdenin bize söylediği "yeni" şeyi izliyoruzdur.
Bu metin tekelleşmesi, izleyicinin görsel algısını ve eleştirel bakışını kütleştirir. Sinemanın o kendini icat eden gücünü tartışmak yerine, bizi bir sadakat testine sokar. Oysa queer sinema, tam da o sadakatleri bozmak, o pürüzsüz yüzeyleri çatlatmak için vardır. Perdenin özgül ağırlığı, metnin despotizmine kurban edilemeyecek kadar değerlidir.
Rekabet ve İktidarın Tekrarı
Bu kaptanların rekabeti, aslında patriyarkal iktidar ilişkilerinin en kaba halidir. Birbirini yenmek, birinden daha üstün olduğunu kanıtlamak üzerine kurulu bir dünyada, seks de bu güç savaşının bir uzantısı haline gelir. Queer sinema, iktidar ilişkilerini sarsmak, hiyerarşiyi yerle bir etmek ve arzuyu bu savaşların dışına çıkarmak için bir direniş alanı yaratmalıdır.
Ancak Heated Rivalry ve benzerleri, bu hiyerarşiyi sadece gey bir ambalajla yeniden üretir. Arzu, burada bir özgürleşme değil, bir üstünlük kurma biçimidir. Rezil olan bir diğer nokta da budur: Sistemin bizi ezmek için kullandığı o rekabetçi ve sert maskülenliği, biz bir aşk hikâyesi diye kucaklıyoruzdur.
Sonuç Mahiyetinde Biz Daha İyisini Hak Ediyoruz
Özetle dostlar; karşımızda duran bu yapımlar, queer sinemanın o tozlu ama onurlu arşivinin bir parçası olmaktan çok uzaktır. Bunlar, pazarın makbul gey fantezilerini beslemek için üretilmiş, sinematografik derinlikten yoksun, sadece bedensel sergilemeye ve gizlilik romantizmine dayanan ürünlerdir.
Sadece izle ve geç diyerek bu sığlığı kabullenmek, queer hafızaya ve bunca yıllık estetik mücadeleye haksızlıktır. Bizler; sadece kaslı bedenlerin mekanik sürtünmesini hak etmiyoruz; ruhun, direncin ve normları sarsan gerçek arzunun sinemasını hak ediyoruz. Kitapların gölgesine sığınmayan, perdede kendi hakikatini haykıran, bizi sadece tahrik eden değil rahatsız eden ve dönüştüren anlatıların peşindeyiz.



Yorum Bırakın