Kalabalıklar Arasında Bir Yalnız: Aylak Adam

Kalabalıklar Arasında Bir Yalnız: Aylak Adam
  • 3
    0
    0
    0
  • 1950'li ve 1960'lı yılların siyasi koşulları altında Türk edebiyatında toplumsal gerçekliğin ön plana çıkarıldığı eserler ortaya konmuştur. Aynı yıllarda modernizmin etkisiyle toplumsal meselelerin yanı sıra bireyselliğe de önem veren, Leyla Erbil'in ifadesiyle 1950 kuşağı hikayecileri diyebileceğimiz bu kuşak, varoluşçuluk akımı etkisiyle eserlerinde bireyselliğe yer vermişlerdir. O dönemlerde yazılan birey-toplum çatışmaları ve yine bireyin iç dünyasında yaşadığı karmaşalara değinen önemli eserlerin başında 1959 yılında Yusuf Nadi Roman Armağanı'na değer görülerek yayınlanan Yusuf Atılgan tarafından kaleme alınmış Aylak Adam gelmektedir. ''Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi.'' sözleriyle başlayan kitap, C. adlı karakterin iç dünyasında yaşadığı çatışmalara, kalabalıklar arasındaki yalnızlığına ve alışkanlıklardan kaçan yapısıyla kendisini tüm bu çatışmalardan kurtaracak gerçek sevginin arayışında oluşunu anlatmaktadır. Karakterin bir isminin olmamasının açıklamasını, “Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona. Onsuz olamıyor.” sözleriyle belirtilirken, aynı zamanda karakterin toplumsal kalıplara karşı tutumu da belli edilmektedir. C.'nin karakter oluşumunda çocukluğundan itibaren babasıyla olan öfkeli ilişkilerinin de etkisi olmuştur. Ölen babasının sevgisizlik borcunu parayla ödediğini söyleyen C., babasından kalan miras ile geçinerek herhangi bir işte çalışma zorunluluğu olmayan biri. C.'nin hayatı -batıda bohem hayat olarak nitelendirilen yaşam tarzı- sanat atölyelerinde, kahvelerde, sinemalarda ve derin düşüncelere daldığı uzun yürüyüşlerde geçmektedir. C., kendisini aylak adam olarak nitelendirse de aslında bunun bizlerce karşılığı çok düşünme yetisi ile gelişen aydın insan olma tanımıdır. Toplumun düşünmeden ve yalnızca alışkanlıktan yaptıkları işler C.'nin şu sözleriyle: ''Kim bilir, iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı. " İş avutur" derdi babası. O öyle avuntu istemiyordu. Bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamaktı onların iş dedikleri. Kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendini tekrarlıyordu. Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu. Ne kolaydı onlara uymak! '' diye dile getirilirken karakterin yine toplum konusundaki tutumu da belli edilmektedir. Yusuf Atılgan, kullandığı dil teknikleri ile kitabı anlatılmak istendiği gibi anlamamızı sağlarken bunu kimi zaman birinci ağızdan kimi zaman başkalarının gözlemleri olarak aktarırken, dili zenginleştirmek adına yer yer mektuplara ve günlüklere yer vermesiyle de dilin dinamizm özelliğinden yararlanarak kaleme almıştır. C. özgürlüğüne düşkün yapısıyla ve alışmaktan korkmasına rağmen hayatında bir ''tutamak'' olmasını istediği için günlerini gerçek sevginin peşinde koşarak geçirmektedir. Her an bir yerlerde onunla karşılaşma ve tüm bu karmaşıklığın son bulacağı düşüncesi C.'nin içerisinde bir umut yeşertmektedir.  Okunduğunda ardında derin düşünceler bırakan Aylak Adam'ın, kısaca C.'nin, bu umudunun karşılık bulamadığını ise kitabın son sözlerinden anlamaktayız. ''Çevresindeki herkes ona düşmanca bakıyordu. Kuşatılmıştı. Artık otobüse yetişmesi olanaksızdı. Birden sol şakağındaki ağrı yeniden başladı. Yıllardır aradığını bulur bulmaz yitirmesine sebep olan bu saçma, alaycı düzene boyun eğmiş gibi kendini koyverdi. Şimdi ona istediklerini yapabilirlerdi. Yandaki polis kolunu sarsıp, ummadığı yumuşak bir sesle sordu: -Ne oldu? Anlat. -Otobüse yetişecektim... Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.'' Kaynakça:1,2,3      

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.