Yalnızlığı melankoliyi ve ölümü resmeden dışavurumculuk akımına önemli katkılarda bulunan ve resim sanatında akıllara kazınan bir isim: Edvard Munch. Norveçli ekspresyonist ressam, ölümün sürekli yakınında olduğu bir yaşam sürmüştür. Küçük yaşlarda annesi ile kız kardeşini kaybetmiş ve bu sırayı, gençlik dönemlerinde kaybettiği babası ve erkek kardeşi takip etmiştir. Ölümle ve yalnızlıkla geçen yaşantısı Munch'ın başarılı bir dışavurumcu olmasını önemli ölçüde etkilemiştir.
[caption id="attachment_97228" align="aligncenter" width="728"] (Çığlık (Boğuntu), 1895)[/caption]
Çalışmalarında "yalnızlık, aşk ve kıskançlık" gibi konulara dikkat çeken Munch'ın herkes tarafından bilinen eserlerinin başında, 1895 tarihinde oluşturulan "Çığlık" tablosu gelmektedir. Oluşturulduğu tarihten itibaren üzerinde birçok tartışmaların yapıldığı, Mona Lisa tablosundan sonra en çok bilinen eser olan ünlü tablonun, ne anlam ifade ettiği ve hikayesi üzerinde birçok fikir bulunmaktadır. Yapılan açıklamalardan birine göre Munch'ın yapmış olduğu dört çığlıktan biri olan bu versiyon, ünlü ressamın günlüğünde şöyle anlatılmaktadır: “İki arkadaşımla yolda yürüyordum; güneş battı, bir melankoli dalgasına kapıldım. Birden gökyüzü kıpkızıl bir renk aldı. Durup parmaklıklara yaslandım. Alev alev gökyüzü, mavi fiyordun ve şehrin üstünde kan ve kılıç gibi sarkıyordu. Arkadaşlarım yola devam etti; Ben ise büyük bir endişeyle öylece duruyor ve doğada sonsuz bir çığlığı hissediyordum sanki.”
[caption id="attachment_97229" align="aligncenter" width="728"] (Golgotha, 1900)[/caption]
Yaşadığı kayıpları, kaygıları ve yalnızlığını eserlerinde özgün bir şekilde yansıtan Munch'ın eserlerinin dikkat çeken özellikleri arasında kullandığı renk seçimleri ve fırça darbeleri yer almaktadır. Yaptığı resimleri farklı yağlı boya ve pastel boya gibi farklı tekniklerle tekrar oluşturmayı tercih eden ünlü ressam, yansıtmak istediği duyguları farklı tekniklerle de yine başarılı bir şekilde yansıtmıştır.
[caption id="attachment_97230" align="aligncenter" width="728"] (Hasta Çocuk, 1886)[/caption]
Yapmış olduğu tablolarla döneminden itibaren tartışmalı bir isim olan Edvard Munch, kimi zaman hakkında olumsuz yorumlarla karşılaşsa da özgün tarzından ödün vermeyerek, dışavurumculuk akımının en önemli isimlerinden biri olmuştur.
[caption id="attachment_97231" align="aligncenter" width="728"] (Hasta Odasında Ölüm, 1893)[/caption]
Kendi ruhsal durumlarını aktarmak ve kimi zamanda bu duygulardan kaçmak için resim yapmayı tercih eden Norveçli ressam, kullandığı yoğun koyu renklerle ve renklerle iç içe geçen figürleriyle tablolarında anlatmak istediklerini etkileyici bir şekilde sunmayı başarmıştır.
[caption id="attachment_97232" align="aligncenter" width="728"] (Karl Johan’da Akşam, 1892)[/caption]
[caption id="attachment_97233" align="aligncenter" width="728"] (Melancholy, 1894)[/caption]
Hastalıkla ve yalnızlıkla geçen yaşantısında, geçirmiş olduğu sinir hastalığı sonrasında Almanya'da bir klinik merkezinde tedavi gören Munch, tekrar Norveç'e dönerek hayatının sonuna kadar Norveç'te kalmıştır. Tedavi sonrası yapmış olduğu eserlerde dikkat çekici unsurlardan biri de tercih ettiği açık ve aydınlık renkler olmuştur. Munch'ın yeni eserleri eski eserleriyle kıyaslandığında ünlü ressamın kasvet ve karamsarlık duygusunun azaldığını göstermektedir.
[caption id="attachment_97256" align="aligncenter" width="728"] (Spring Landscape At The Red House, 1935)[/caption]
23 Ocak 1944 tarihinde vefat eden Edvard Munch, sahip olduğu mülkünü ve yapmış olduğu tüm resimlerini Oslo kentine bırakmıştır. Edvard Munch, bırakmış olduğu eserlerle sanat dünyasında kendisinden sonra gelen birçok ismi etkileyen ve hafızalara kazınan önemli bir isim olarak yer almaktadır.
Kaynakça: 1,2,3,4
Yorum Bırakın