Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği Üzerine

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği Üzerine
  • 2
    0
    0
    0
  • Mutluluk ve hüzün,

    ihanet ve sadakat,

    rastlantı ve kader,

    erkek ve kadın,

    varlık ve hiçlik,

    hafiflik ve ağırlık…

    Bütün bu tez ve antitezlerin edebi bir sentezidir Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği. Öncelikle ismine aldanmayın, bu kitap hiç de hafif değil! Kitap, Nietzsche’nin ebedi dönüş pasajı ile başlıyor. Kundera’yı anlamak için önce ebedi dönüş fikrini anlamamız gerek. Bu fikre göre, evren geçmişte sonsuz defa meydana gelmiştir ve gelecekte de sonsuz defa meydana gelecektir. Yani zaman doğrusal değil konjonktüreldir. Nietzsche bu ebedi dönüşümü “yüklerin en ağırı” olarak nitelendiriyor. Çünkü hayatlarımızın sonsuza kadar tekrar etme düşüncesi oldukça ürkütücü. Ama yine Nietzsche'ye göre felsefe aracılığıyla bu fikri sevmeyi öğrenebiliriz. Sağlıklı bir zihin korkuya kapılmak yerine bu yükü kucaklayabilir. Sonuç olarak, ebedi dönüşü kabullenmek hayatlarımıza anlam ve dolayısıyla ağırlık eklemek demektir. Kundera’ya göre ise ebedi dönüş diye bir şey yoktur. Açık bir şekilde “İnsan zamanı bir döngü izlemiyor, onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor.” diye açıklıyor kitapta. O zaman sonuç ne? Nietzsche, hayatlarımıza ağırlık veren şeyin ebedi dönüş olduğunu ileri sürmüştü. Ama eğer hayata sadece bir kere geliyorsak hiçbir ağırlığımız yok demektir. “Einmal ist keinmal.” ifadesi her şeyin özeti. Kundera’nın kendi açıklamasıyla: “Yaşanacak bir tek hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez.” Mutluluk yinelenmenin içinde gizlidir. Yinelenme de ebedi dönüşün kalbidir. Ebedi dönüş varlığa ağırlık verir. Ama insan zamanı düz bir çizgide ilerlediğine göre, varlığımız hafiftir. Dayanılmaz bir şekilde hem de. Alın size varolmanın dayanılmaz hafifliği. Tüm bu ağırlık ve hafiflik diyalektiğinin sentezi ise aşk. Kadın-erkek arasındaki ilişkiden yola çıkıp insan-hayat arasındaki felsefi bir sorgulamaya varıyor Kundera. Arka planda ise Sovyet işgali ve Prag Baharı’nı kendi gözünden anlatıyor. Kitapta karakterlerin hiçbir fiziksel betimlemesine yer verilmemiş. Böylece hepimizin kafasında farklı Terezalar, Tomaslar ve Sabinalar oluşuyor. Yani Tomas, Tomas olmaktan çıkıp bir imge haline geliyor. Tereza Tomas’a olan aşırı bağlılığıyla gelenekselliğin yani ağırlığın timsaliyken Tomas kendini bağlayan tüm iplerinden (ailesinden bile) kurtulup özgürleşmesiyle hafifliği sembolize ediyor. Aynı şekilde Franz Büyük Yürüyüş'e olan tutkulu inancıyla ağırlığı; Sabina ihanetine bile ihanet edip giderek hafifliği. Milan Kundera, kitabın üçüncü bölümünde Sabina ve Franz için bir “Küçük Yanlış Anlaşılan Sözcükler Sözlüğü” hazırlamıştı. Biz de sizler için kitabın dört bir yanından aldığımız anekdotlar ile bir sözlük hazırladık. Bu sözlükteki açıklamalar, bildiğimiz çoğu kavramın Milan Kundera’nın zihin süzgecinden geçirilmiş halleri. Küçük ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ Sözlüğü Kitsch: “Varoluşla kesin olarak uzlaşmanın önerdiği estetik ülkü b*kun reddedildiği, herkesin b*k yokmuş gibi davrandığı bir dünyadır. Bu estetik ülkünün adı kitsch'tir.” “Kitsch sözcüğün hem gerçek hem de eğretileme anlamında, b*kun kesin reddidir, kitsch insan varoluşunda temelden kabul edilemez olan her şeyi kapsamı dışına atar.” Einmal ist keinmal: “Sadece bir kere olan şey, diyor Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır. Yaşanacak bir tek hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz fark etmez.” Hayvan sevgisi: “Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömülmüş, gözlerden uzak sınavı) onun merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir: hayvanlara.” Rüya: “Rüya görmek sadece bir iletişim (ya da şifreli iletişim diyelim isterseniz) edimi değildir; aynı zamanda estetik bir etkinlik, bir imgelem oyunu, kendi başına değeri olan bir oyundur.” Mezarlık: “Mezarlık kendini beğenmişliğin taşa dönmüş haliydi.” Şiirsel bellek: “Beyinde, öyle anlaşılıyor ki, şiirsel bellek diyebileceğimiz ve bizi büyüleyen, bize dokunaklı gelen, hayatlarımızı güzelleştiren her şeyi kaydeden özel bir alan var.” Ruh ve beden: “Beden bir kafesti ve bu kafesin içinde bakan, dinleyen, korkan, düşünen, hayretle düşen bir şey vardı; bu bir şey beden çıkarıldıktan sonra kalan ruh idi.” Aşk: “Tanrı onları ortadan ikiye ayırıncaya kadar bütün insanlar hermafroditti, o zamandan beri bu yarılar birbirini arayarak dünyanın dört bir bucağında gezinip durdular. Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdir işte.” Mutluluk: “İnsan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. İnsan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir.” Mutsuzluk: “İçinde yaşadığı yeri terk etmek isteyen kişi mutsuz kişidir.” Sevgi: “Sevgi insanın gücünden vazgeçmesi demektir.” Göz kararması: “Bizi çağıran, bizi kışkırtan, altımızdaki boşluğun sesidir göz kararması; düşme arzusudur, bu arzunun karşısında dehşete kapılır, kendimizi korumaya çalışırız.” İhanet: “İhanet setleri yıkmak demektir, bilinmeyene doğru başını alıp gitmek demektir.”

     ● ● ●

    Peki sizce? Rüzgarda uçuşup bir türlü yere düşmeyi başaramayan bir yaprak misali hafifken mi gerçekten varız yoksa üzerimize binen yükler altında ağırlaşıp yere çakıldığımız zaman mı? Milan Kundera bu soruya kesin bir cevap vermeyip kararı bizlere bırakıyor. Biz de sizi Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin zihnimizde oluşturduğu tatlı ağırlıkla baş başa bırakalım en iyisi.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.