1928 tarihli Reşat Nuri Güntekin romanı Acımak üzerine neredeyse bir asırdır söylenmek istenenler çoktan söylenmiştir. Zannediyorum okuyacağınız satırlar farklı olmayacak ama son zamanlarda yazmak benim için eskisinden daha kıymetli bir hâl aldı. Katı olan her şey buharlaşırken, hiçbir şeyi ellerimizde tutamazken, en çok korumak istediklerimiz bir bir duman olup uçarken, kalıcılık peşine düşmek pek gülünç… Yine de içimdeki ‘Verba volant scripta manent’ yankısını bastıramıyorum.
Bu onların hikayesi; Zehra Öğretmen ve Mürşit Efendi:
Acımak, zannımca üç bölümden "giriş-gelişme-sonuçtan" değil, "sonuç-neden, sonuç-neden, sonuçtan" oluşan iki sesin de hakim anlatıcıya eşlik ettiği bir roman. Romanın başlangıcında Zehra öğretmenin dışarıdan bir bakışla profili çizilirken aralıklarla kendi sesini de duyuyoruz. İkinci ve üçüncü bölümlerde günlük tarzında bir anlatım sürüyor ve burada daha çok Mürşit Efendi’nin sesiyle baş başa kalıyoruz. Böylece eser, birden çok anlatıcıyı içinde barındırmasıyla kitaba adını veren duygunun taraflarına savunma hakkı vermiş oluyor. Şimdi biraz sözlük tarayıp acımak eylemi, acıma duygusu üzerinde düşünelim.
Acımak:
Acımak sözlüklerdeki ilk anlamına göre ‘tadı acı duruma gelmek’ ile daha çok yiyecekler içerisinde gelişen tatsız bir halin ifadesinde kullanılıyor. Olumsuz bir sonuç gibi duruyor ve acaba bizim konumuzla ufak bir ilgisi olabilir mi, diyerek ikinci anlamına geçiyorum: ‘acılı ve ağrılı olmak’. Bu tanım ise bedenimizin uğradığı maddi ve manevi etkilere karşılık bizden, içimizden gelen olumsuz bir his. Buraya kadar ilk iki anlamın birbirlerinden çok farklı olsalar da olumsuzluk noktasında birleştiğini görüyoruz, ancak asıl aradığımız anlam kelimenin üçüncü halinde saklı: ‘merhamet etmek’. Kelimeler de durmadan renk değiştiren yapraklara benziyor ve bu hali ile vicdan süzgecinden de geçen acımak'ın etkisinin ve renginin tamamen değiştiği düşüncesiyle baş başa kalıyoruz. Acımak, karşımızdaki insanların olumsuz hallerine karşı içimizde oluşan bir sancı. İki kişi arasında gerçekleşen bu duygu, kimi zaman acıma duyanın doğru çalışan vicdan yargılarının habercisiyken, acınan kişiyi anlama, hatta yardımcı olma konusunda da olumlu olan bir duygu gibi görünüyor. Diğer yandan bir çok insanın çantasında gezen ve belki de olması gereken gururu ile acınan kişi de oluşan yine olumsuza dönüşen başka renkte bir his aynı zamanda. Acımak’ın renklerini sayabildiniz mi? Bir kaçına değinmeye çalışsam da kitap boyu bu kelimeye alternatif olabilir mi diye merak ettiğim bir diğer kelimeye geçerek sözlükçe paragrafının son sıkıcı halkasını tamamlamak istiyorum: Empati. Eski Yunanca’da patheia: hissetme, duyma sözcüğünün aldığı ön ek olan en+ ile türetilip, hissetmek, acı duymak anlamını taşırken, İngilizce de hissetme, içinde duyma anlamına sahiptir. Sanırım bugün çok daha alışık olduğumuz empati kelimesi, Türkçe’ye bu romandan sekiz yıl sonra bağımsız olarak girmiş. Reşat Nuri zengin diline bu kelimeyi katıp eserine bu ismi verse nasıl olurdu, diye düşünmeden edemiyorum. Ancak eser boyunca empatiden yoksun Zehra Öğretmen’in acıma duygusu ile ilişkisi sorgulanıyor olması pek çok okurda bu kelimenin etkisini bırakmıştır zaten.
Acımayı Öğrenme ya da Empatiyi öğrenmek zorunda kalmak:
Yazarın, kitap isminin etrafındaki gezinti bitti neyse ki. Şimdi içeriye girelim, tek bir anlamı olmayan dalında yeşil, son baharda sarı-kızıl, bedenden kopuşu ve çürüme yolunda ilerleyişiyle kahverengiye dönen Acımak yaprağının damarlarında gezelim.
Zehra Öğretmen, İstanbul’dan taşraya yolculuk yapmış, orada sağlam kökler bırakmaya çalışmış idealist bir öğretmen. Reşat Nuri Güntekin’in diğer romanlarında da yer alan profillere benzeyen, Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde, hem bir kadın güneş oluşu, hem eğitime önem verişi, hem kamudaki yükler ve pürüzlerden etkilenmeksizin son gücüne kadar kendini görevine adamış oluşuyla takdire şayan bir eğitimci. Öğrencilerini yalnız bilim konusunda değil ahlak konusunda da eğitmeye çalışan Zehra Öğretmen’in kötülükler karşısındaki son derece katı durumu ve acıma hissini ruhunda barındırmayışı romanın başından itibaren cevabı aranan durum. Bu sorguyu kesen ve aslında cevap da olan baba Mürşit’in ölümü ile Zehra’nın içine giriyor ve yaşamını, kendi gözüyle görüyoruz öncelikle. Korkunç bir yaşam, kötü ötesi bir baba ve dağılmış bir aileye rağmen, çalışılarak kazanılmış bir hayat onun ki. Sonradan Platonun mağarası gibi görülebilecek Zehra’nın bakışından kurtaran yazar, ‘kötü’ olanın içine de koyuyor bizi, Mürşit’in.
Mürşit'in günlüğünü doğru mu kabul etmeliyiz?
Günlüğü onun tıpkı Zehra gibi genç bir memurken atıldığı hayat yolunda, başlarken nasıl temizse, biterken bir o kadar kirlendiği hayat mücadelesinin yazılı belgesi. Yalnızlık, hayata tutunma, gerçek insanlarla tanışma, masumiyet ve aydınlanma Mürşit'ten dinlediklerimiz. Yalnız bir fark var ki onda acıma duygusu mevcut. Eser günlük sonunda bitip hedeflenen duygu Zehra'da izleniyor ve Mürşit'in uzun nefesine teslim olunuyor ancak biz dışarıdan iki pencereden baktığımız bu hayatlardan Reşat Nuri etkisiyle Mürşit'e inanıyoruz, niçin? Galiba biz hala kötünün içinde iyi olacağına olan ümidimizi yitirmemişiz... Pandora mirasın emin ellerde...Bazen.
Empatinin dikte edileninin makbul olmadığı kesin. Bu duygunun özden gelmesi gerekir. Reşat Nuri empatiyi öğretirken Zehra babasını çoktan yitirmiş oluyor bu durum belki de erken müdahale gerektiğinin bir mesajı, fazla katılık da iyi değil.
Eserde sadexsadecee bir aile bunalımını değil, İstanbul- taşra uçurumunu, kamudaki kanunsuzlukları ve yetersizlikleri, toplumdaki çarpıklıkları ve sevginin sorgulanması gibi pek çok konunun da işlendiğini söylemek gerekiyor. Ve tüm bunları haz içinde okuyabileceğimizi.
Olumsuzluklar :
Eserin başında baba ve kızları hakkında yazılan satırları okurken bir ensest durumunun olup olamayacağı hakkında çelişkiye düştüm. Anlatıcı değişimi sorumu yanıtlasa da bu konu atmosferi tamamen sardı yazık ki. Bu olumsuzluk içimden gelen.
Bir diğer konu kadın katli. Kitap boyu namus cinayetlerini onaylayan bir hava sezdim. Aldatılan eşlere doğan bir hak gibi sunulan bu fikri bağlam dışında da yer alsam onaylayamam.
Ayrıca kitap bölümlerindeki ses birleşimlerinde özellikle günlüğü okuyan Zehra’nın uzun süre koruduğu sessizlik biraz can sıkıcıydı. Kınayıp lanetlenen babanın ahlakının tıpkı kendininki gibi oluşu konusunda bir mırıtı duyuldu yalnız ve sonuçta amaca erildi. Belki bu amaç içindi sessizlik ama bana göre yetersizdi.
Kitapta yer alan sözlük yardımcı olsa da bu eserin daha küçük yaştaki okurlar için daha yalın bir dilde olması gerekiyor belki vardır bilmiyorum.
Çocukken elime aldığım ilk Reşat Nuri Güntekin eseri gibi bir tat var içimde. Ama her yer gri bu gün. Eserde siyah ya da beyazın olmadığı, herkesin kendi gerçeği olabileceği, dinlemenin, anlamanın en azından bu yoldaki çabanın ne kadar önemli olduğunu yine gördüm. Zamansız bir eser Acımak, görülen insan yüzleri, tadılan duygular daima aynı etrafımızda. Gri var hep. Şimdi daha çok. Her yer gri tesadüfen bu gün de, duman mı bu, bir ağacın ruhu mu bilmiyorum. İçimde duyuyorum …
(2021, Türkiye'nin Ciğerleri Yanarken Büyük Menderes'te.)
Yorum Bırakın