Mektuplaşmanın öldüğü günümüz dünyasında mektuplardan oluşan romanları okumak, geçmişe doğru gidilen yolculukların en hüzünlüsü değil de nedir? Genellikle edebiyatla haşir neşir olmak, geçmiş dünyanın yaşanmışlıklarıyla sarıp sarmalanmaktır zaten. İşte durumlar böyleyken Marcel Proust’un Prenses Soutzo’ya yolladığı mektupları okumak ve bazen de içselleştirmek ayrı bir haz veriyor bana. Proust okurken onun edebiyatının dışında kalamazsınız, eğer kalıyorsanız da mektuplarıyla, öyküleriyle başlamışsınızdır ona. Yanlış bir seçimdir bu.
Doğru seçim nedir peki diye soracak olursanız cevabım ‘’Kayıp Zamanın İzinde’’ olur. Bu dev eseri okuyup bitirseniz bile içinizde hiçbir zaman bitmez. Yazarın hayatını ve kitaplarını mercek altına almakla başlar önce hayranlığınız sonrasında ise bir tutkuya dönüşür. Okudukça daha fazlasını ararsınız ama zaten dev eserini okumuşsunuzdur. Altın doz alınmıştır, daha ötesi yoktur artık.
Edebiyata karşı ilginiz ve sevginiz Proust okuduktan sonra katlanarak anlamlandıramadığınız bir boyuta girer. Tüm eksiklikler de geride bırakır kendisini. Bu sefer Proust eksikliğiyle dolup taşar yüreğiniz. Öyle müthiş bir yazardır Marcel Proust!
Mektuplarında bahsettiği dev eserini ve gerçek kişilerden esinlenerek yarattığı karakterleri kafanızda oturtmak için önce mektuplarını tercih ederseniz pek güzel olmayabilir.
Kayıp Zamanın İzinde’yi okurken bize eşlik eden anlatıcı Marcel Proust… Bu modern klasik temelinde bir kurgu olsa da yarı otobiyografik bir eser aslında. Kendisine dair birçok şey öğreniyoruz; hastalığı, eğitim süreci, ailesi ve onlarla ilişkisi, sosyete ilişkileri, yazma ve eser oluşturma sancıları, gelecek kaygıları gibi… Ama bunlara karmaşık akışlarla tanık oluyoruz. Zamanı dümdüz anlatmak yerine büken, törpüleyen kalemiyle birlikte eşsiz üslubunu sergileyen yazarı tanımak en doğru yolla, Kayıp Zamanın İzinde ile olmalı…
Prenses’e Mektuplar gibi başka mektup eserleri de dilimize kazandırılmış. İlk okuduğum mektup eseri de Kalan Son Güzel Kâğıdım’dı. Farklı kişilere giden mektupların toplandığı muhteşem bir yapıttı. Dilerseniz incelemem için bakabilirsiniz de: Marcel Proust'un Mektupları (1): Kalan Son Güzel Kâğıdım
Prenses’e Mektuplar ise sadece tek bir hanımefendiye yazılan mektuplardan oluşuyor. Bu hanımefendi, yazarın 1917 yılında tanıştığı asil bir kadın olan Prenses Soutzo. Kendisinin yazdıklarını göremiyoruz tabii.
Mektupların tarihleri 1917’de başlayıp 1922’de son buluyor. Belki daha çok mektup görebilirdik fakat Marcel Proust 18 Kasım 1922’de hayata gözlerini yumuyor.
Mektupları okurken aşk duygusundan ziyade tutku ve hayranlığı yoğun bir şekilde hissettim. Yazarın Prenses'e olan hayranlığı, çok ama çok güzel olduğu için değil sadece, edebiyata ve sanata düşkün bir kadın bu. Düzenlediği toplantılar ve davetlerden, sonra bir araya geldiği kişilerden dolayı sanata düşkünlüğünü apaçık ifade ediyor. Yazarın Prenses ile kısa zamanda samimiyeti ilerletip mektuplaşmaları da Proust’un açık sözlülüğü ve kadının doğallığından olsa gerek. Mektuplaşmalarından önce Kayıp Zamanın İzinde’nin ilk adımı olan Swann’ların Tarafı’nı yayımlayan Proust, o sıralarda ikinci adımı, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde’yi, yazıyordu. Hastalığına ve yorgunluğuna rağmen sosyete davetlerine katılmaya gayret ediyor, ama öncelikle Prenses ile görüşmek için elinden geleni yapıyordu. Bazen çabaları yetersiz geliyordu, çünkü yorgunluğunu yaşamak zorunda kalıyordu. Bir yandan da dev eserini oluşturmak için uğraşıyordu. Yorgunluğunu dert ettiğini hissetmedim diyebilirim, acıyı yaşaması gerektiğini kabullenen tarafını yansıtıyor daha çok.
Mektupların konusu Birinci Dünya Savaşı ile ilgili genelde. Yazarın tanıdık çevresini savaşa kurban vermesi, hatta hiç tanımadığı insanlar için de üzülmesi okuyana duygulu anlar yaşatıyor.
“Le Gaulois özellikle bir dükün ölümünden üzüntüye kapılacaktır ama ben herkesin ölümüne ağlıyorum, tanımadığım insanlarınkine bile. Bu, savaşın bize kattığı bir duygu, her gün dehşet verici o tedirginliği yaşaya yaşaya, tanımadığımız insanlar için bize acı çektirten duygu.”
Günlük hayatından bolca öğeler taşıyan bu kıymetli mektuplarda yazarın ev işlerine bakan yardımcısı Céleste Albaret’e olan bağlılığı ise çok hoş. Hakkında sevimli cümleler var. Gittiği yerlerde olsun, buluştuğu dostlarıyla olsun, mutsuz insanlara üzülüyor. Mutsuz insanları mutlu etmek için düşüncelerde kayboluyor bazen.
“Mutsuz olanların hizmetine sunmak için güçlerim olsun isterdim. Ama artık gücüm bile yok.”
Sadece edebiyatıyla değil, kalbiyle de güzellik ve hoşluklarla dolu, naif bir yazar Marcel Proust. Okuduktan sonra da peşinizi hiç bırakmayacak bir edebiyat tutkusunu doyasıya yaşamak istiyorsanız Kayıp Zamanın İzinde’ye doğru koşun derim. Çaya batırılmış bir madlenin kokusuyla başlıyor bu dev eser…
Mektupları çok çok çok sevdim. Keşke daha fazlası olsaydı. Şiddetle tavsiye ediyorum.
Kaynak
Proust, Marcel (2018). Prenses'e Mektuplar (Çev. Aysel Bora). Kırmızı Kedi Yayınevi
Yorum Bırakın