Rüyanın ve Gerçeğin Ortasında Bir Yazar: Haruki Murakami

Rüyanın ve Gerçeğin Ortasında Bir Yazar: Haruki Murakami
  • 9
    0
    0
    0
  • Kalabalıklar içindeki yalnızlara sesleniyorum.

    Sıradan görünümünün altında kaotik ve yoğun bir karmaşa taşıyanlara.

    Yüreği korkuyla ve aşkla dolup taşanlara.

    Düşüncelerinde boğulanlara.     

    Kitapları dünyanın her yanından ilgi toplamış Haruki Murakami’yi inceliyorum bugün. Japon edebiyatında çokça tartışılmış kitapları uluslar arası anlamda büyük yankılar uyandıran, sürrealizmi gerçeğin potasında erittiği büyüleyici hikâyeleriyle dünyaya kalıcı iz bırakan yazarı. 

    Yazmaya bir beyzbol maçı seyrederken karar veren Murakami bu maç esnasında büyük bir aydınlanma yaşıyor. Maçın akşamında içinde karşı konulamaz bir yazma isteği hissediyor ve zamanla usta bir yazara dönüşüyor. Aynı romanlarındaki basit olayların büyük kasırgalara yol açması gibi.

    “ ‘Le Mal du Pays’, Fransızca. Genelde sıla özlemi ya da melankoli gibi anlamlarda kullanılır, ama ayrıntısına girecek olursak, ‘kır manzarasının insanın yüreğinde yarattığı nedensiz hüzün’ denebilir.”

    Dünya çapında ünlü bir yazar olacağını düşünmüyor ilk etapta; ilk romanlarını edebi açıdan değersiz bulduğu için başka dillere çevrilmelerini dahi istemiyor ve uzun süre yalnızca ülke çapında adını duyurabiliyor. Potansiyelinden belki de bihaber, yazmayı yaşadığı “aydınlanmaya” kadar düşünmemiş bile.

    “Bir şeyi iyi yapmakla, bir şeyi gerçekten yaratıcı bir şekilde yapmak arasında büyük fark vardır.”

    Sezgisel yazmaktan hoşlanan yazarın kitapları da bir o denli sezgisel. Anlatmaktan çok hissettirmek ve hayal ettirmek amacı varmış izlenimi veriyor eşsiz betimlemeleriyle. Gerçek dünyanın içinde ruhani bir dünya oluşturmuş ve bu iki dünya arasında kalan insanların yaşadığı dilemmaları bize büyülü bir dille aktarıyor.

    “Kapkaranlık, son derece geniş bir oda hayal ediyordum. Bu odada elimde sadece küçücük bir bölümünü görmeme yardımcı olabilecek bir çakmakla geziniyordum. Bir gün odanın tümünü de seçebilmeyi başaracak mıydım acaba?”

    Dışarıdan fazlasıyla sıradan gözüküp kalabalıklar içinde farklılaşmış ve toplumdan mental anlamda izole olmuş karakterleriyle ilginç betimlemelere gebe olan romanlarında bu sıra dışı insanlarla bütünleşiyor ve ruhlarının derinliklerinde kaybolacağımız bir yolculuğa çıkıyoruz.

    “Ya bedenim, amacı bilincimi barındırmak olan geçici bir kabuktan ibaretse? Veya kromozomlar olarak bilinen ve bu bedeni oluşturan öğeler başka bir biçimde dizilmişse, belki de ben bambaşka bir bedende bulacaktım kendimi?”

    “Yeni kişiliğime alışmam için zamana ihtiyacım vardı. Ne tür bir yaratıktı bu ‘ben’? Nasıl işliyordu? Neleri nasıl hissediyordu? Bu öğelerin her birini teker teker deneyim yoluyla öğrenmem, belleğime yerleştirip biriktirmem gerekiyordu. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Eskiden bende olanların çoğu, hepten yitip gitmişti.”

    “Eğer o sıralarda elinin ulaşacağı bir yerde ölüme bağlanan bir kapı olsaydı, mutlaka tereddüt etmeden itip açardı o kapıyı. Derinlemesine düşünmeksizin, deyim yerindeyse günlük hayatında sıradan bir şey yaparmış gibi…”

    İnsani duyguların en yoğunlaştığı anlara dair en doğru tespitlerini yaptığı akıcı dili estetik zevkimizi usul usul okşuyor ve hikâyeye olan bağlılığımızı arttırıyor.

    “Kıskançlık, Tsukuru’nun rüyası sırasında anladığı kadarıyla, dünyadaki en umutsuz zindandı. Neden derseniz, mahkûmun kendi kendini kapattığı bir zindandı da ondan. Birileri tarafından zorla içeri tıkılmış değildi. Kendiliğinden oraya girmiş, kilidi içeriden kapatmış, anahtarını ise kendisi parmaklıkların dışına fırlatıp atmıştı.”

     “Geniş bir ovada dosdoğru ilerleyen bir kasırganın şiddetine eşti bu aşkın yoğunluğu. Arkasında hiçbir şey bırakmıyordu; yolunun üstüne çıkan her şeyi alaşağı ediyor, tutup göğe savuruyor, akıl almaz bir şekilde parçalara ayırıp un ufak ediyordu.”

    Uzun zaman boyunca eşiyle caz kulübü işleten Murakami, müzikle ve felsefeyle en az edebiyatla olduğu kadar iç içe ve bar metaforlarına sürekli yer vermekte. Kalabalık bir bar ortamında yalnız başına viskisini yudumlayıp bilinmeyen şarkıların eşliğinde içlerindeki ikilemleri anlamlandırmaya ve çözümlemeye çalışan karakterleriyle modern hayattan kopmuş sahneler gösteriyor okuyucuya.

    “Temelde insanların birbirine karşı ilgisiz olduğu bir çağda yaşadığımız halde, başkaları hakkında muazzam miktarda bilgiyle çevrelenmiş durumdayız. Yeter ki isteyelim, insanlar hakkındaki bu bilgileri rahatlıkla elde edebiliriz. Buna rağmen, yine de başkaları hakkında gerçekte hiçbir şey bilmiyoruz.”

    Koşmasaydım yazamazdım, demiş Murakami. Âşık olmasaydım yazamazdım diyorum ben de. Kendime ayna tutarken Murakami’nin yarattığı karakterlerden biri gibi hissediyorum. Duyguları vücuduna büyük gelen, romantik ruhunun yarattığı çalkantılarla yaşamaya çalışan ve kendini sadece sevginin var olduğu ruhsal bir dünyaya ait hisseden kalabalıklar içinde sıradan bir suret. 

    Kaynakça:  Murakami, Haruki. Zemberekkuşunun Güncesi. İstanbul: Doğan Kitap, 2015.

    Murakami, Haruki. İmkansızın Şarkısı. İstanbul: Doğan Kitap, 2015.

    Murakami, Haruki. Sputnik Sevgilim. İstanbul: Doğan Kitap, 2016.

    Murakami, Haruki. Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları. İstanbul: Doğan Kitap, 2016.

    Murakami, Haruki. Karanlıktan Sonra. İstanbul: Doğan Kitap, 2017.

    Görsel: https://tr.pinterest.com/pin/511158626472459583/


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.