İnsanlık değişti, dönüştü ve en beklenmedik haline ulaştı. Dansların, duyguların tavan
yaptığı,kimsenin ayık gezmediği ve nihai isteğin en haz dolu anları dibine kadar yaşamak olduğu
döneme hoş geldiniz. Hippi çağı! Duyu kapıları sonuna kadar açıktı, insanlar alabileceği bütün zevkleri
sonuna kadar alıyordu ve ölümün çok mistik anlamları vardı. Dogmatik dinlerden daha ruhani, hislerin
ön plana alındığı bir inanç sistemine geçti insanlar ve bu inanılmaz bir rahatlık getirdi. O ana dek tabu
olan her şey kocaman bir keşif alanına dönüştü, sanki insan yeni bir gezegen bulmuştu ve orada
yaşamayı öğreniyordu, emekler gibi, yavaş yavaş ve sindirerek. Renkler çok gerçekti, hayat çok
gerçekti ama bir o kadar da gerçek üstüydü.
Her dumanın arkasında bir ateş olduğu gibi bu dönüşüm de sebepsiz yere ortaya çıkmadı.
İnsanlar seneler boyu birbirlerini ezdiler, kırdılar, öldürdüler ve yaşamın anlamsızlığının içindeki
anlamı ortaya çıkarmayı başardılar. İnsan hiçliğin içinde her şeyi bulacağından bihaber iken daldı bu bilinmez dünyaya ve
beklenmedik anlarda her şeye kavuştu, anlamsızlığın içinde kendi anlamını yarattı ve bu anlam
dünyalara bedeldi. Küçük bir canlının evrendeki önemsizliğine rağmen nasıl sistem için hayati
derecede önemli ve anlamlı olduğu anlaşıldı ve bu her şeyi bitirdi; bilinen bütün yönetim sistemleri
çöktü. Hippilerin bize verdiği çok önemli bir ders vardı; geçmişten ve gelecekten uzaklaşmak,
monoton hayatta anlam ifade eden her şeyden uzaklaşıp anlamsızlığın içinde kendi anlamımızı
bulmak. Evet insan bilinçli bir canlı ancak alışageldiği fikirlerinden ve zincirlerinden
kurtularak kendine bilinçli deme hakkına sahip olabilir yalnızca. İnsan hayatın anlamını ancak kendinden geçtiği anın en doruk noktasında bulabilir ve anlayabilirdi, her şeyi aynı anda anlayabilir ve maddi hayattan uzaklaşabilirdi. Bu yüzden insanlar gitti, düzenlerini, işlerini, okullarını ve hayatlarını tereddüt bile etmeden bıraktılar ve kendilerini yola
bıraktılar, yolun sonu önemsizdi, iyi veya kötü bir şekilde o yolu öğrenmeleri gerekiyordu. Hissetmeyi
öğrenmek bundan yüzyıllarca uzaklaşmış insan için kolay değildi ama ancak böylesi doğru olurdu.
İstedi, çok istedi ve en güçlü yanını kullandı: keşif. Doğaya yönelirken bir yandan da içine
yönelen insan içindeki sihri keşfetti ve siyah beyaz savaş dünyası rengarenk oldu. Gökyüzü artık her
günkü gökyüzü değildi, o bile rengarenkti.
Kendisine bakışı değişen birinin evrenin kalanına da bakışı
değişecektir, nitekim öyle oldu. Plansızlığın sihri sayesinde monotonluk yerini kaotik, aynı zamanda
harmoniye sahip bir yaşam tarzına bıraktı. Hippilik bir yaşam tarzından da ötesi aslında, insanın maddi
olanı ancak manevi olanın uğruna kullandığında anlam veremediği şeylere anlam verebildiğini
gösteren bir düşünce sistemi. Sistemsizlik içindeki sistem. Kaostan doğan düzen ve huzura ulaşma
çabası. Ancak kendinizi süregelen düzenden soyutladığınız ve içinize, doğal olana döndüğünüz sürece
gerçek mutluluğu bulabileceksiniz, öğreti kısaca buydu. Düzenin içindeki insanlar düzenin dışındakileri
anlamadı, insan anlamadığı şeyden korkar ve nefret eder, onlar da hippilerden nefret ettiler ve
olabildiğince aşağıladılar. Onların gördüğü o kozmik ışıkları, dinlediği büyüleyici şarkıları, ruhlarının
patlayacakmış gibi olmasına yol açan güçlü hisleri hissedemeyecek durumda oldukları için fazlasıyla
sinirliydiler. Sinirlerinin kaynağı ise tabii ki korkuydu. Yeni olandan her zaman korkulurdu.
Peki bu hayatı ve hayata dair ne varsa sonuna kadar, en derin şekliyle yaşamak isteyen
insanlar günümüzde ne durumda? Çoğu kendilerinden ve keşiflerden vazgeçmeyi öğrendi, daha
doğrusu yol gözlerini korkuttu. Var olan düzeni bırakıp yeni, bambaşka yolculuklara çıkmak fikir olarak
bile yeterince zorlayıcı. Maddiyatın önemi her zamanki gibi ön plana çıktı; o sihirli topluluk diğer
bütün azınlıklar gibi tarihin tozlu sayfalarında kayboldu. Etkileriyse tek bir ruh bile gökyüzüne bakıp
gözlerini kapattığı ve anın sihrine kendini bıraktığı sürece orada kalacak.
Görsel:https://tr.pinterest.com/pin/133489576448205809/
Yorum Bırakın