Siyah-beyaz filmlere karşı çoğumuzda bir önyargı var. Onlarca yıl önce çekilmiş, teknoloji henüz renkli kameraya kadar bile ilerlememiş, gerçekten benlik bir film mi bu? Oysa insanlık tarihi boyunca aynı meselelerle uğraşmış, sadece renkli kameralara geçtik ve birkaç etkikeyici cgi numarası öğrendik. Şimdi bahsedeceğim film siyah-beyaz olmakla kalmıyor üstelik bu film yalnızca tek bir mekanda geçiyor. Ama sizi temin ederim, bir saniyesinden bile sıkılmıyorsunuz.
12 Angry Men, geç izlediğim için pişman olduğum bir film. 1950'li yıllarda çekilmiş, siyah-beyaz bir film olması dolayısıyla her ne kadar kült eserlerden biri olsa da istemsizce bir önyargı oluşuyor. Ama bir defa bile filmi duraklatmadan, başından ayrılmadan izledim.
Film, babasının ölümünün ardından şüpheli olarak tutuklanıp mahkeme heyetine sevk edilen bir sanık ile başlıyor. 12 kişiden oluşan jürinin kararına göre, bu çocuk yaştaki sanık hüküm giyecek ve idam edilecek, ya da suçsuz bulunacak. 11 jüri üyesi idam yönünde, yalnızca biri kurtuluş yönünde oy kullanıyor. Fakat herkes ortak bir karara varmalı...
!Yazının devamı filme dair spoiler içerir!
12 Angry Men tek mekanda geçiyor, izleyiciye ve jüri üyelerine sıkışmış, karar verilmek zorunda baskısını bulundukları o kilitli oda temsil ediyor aslında. Hava çok sıcak ve filmin başından itibaren herkes klimanın bozuk olmasından şikayetçi. herkes bozuk olduğu konusunda bir karar birliğine varmış. Tıpkı çocuğun suçlu olduğuna inandıkları gibi. Ardından filmin ortalarına doğru suçlu ve suçsuz sayısı eşitlenmişken arkadaki fanın aslında çalıştığı öğreniyorlar. Çünkü hiç bakmamışlardı. Hiç bakmamış, yalnızca öyle olduğunu varsaymışlardı. Filmde buna benzer detaylar oldukça hoşuma gitti. 4 numaralı jüri hiç terlemediğini söyledikten sonra, sinema konusunda hatalı olduğunu fark edince ilk defa alnından bir ter damlasının süzülmesi gibi.
Henry Fonda'nın canlandırdığı 8 numaralı jüri aslında çocuğun suçsuz olduğuna inanmıyor, dogmalarına ve yargılarına sıkı sıkıya bağlı 3 numaralı jürinin aksine tam tersi fikirleri olan ve sorgulayan profilde. 8 numara kimseyi ikna etmeye çalışmıyor, düşünmelerini sağlıyor. 3 numara ise filmin sonunda ortaya dökülen tüm olasılıklara rağmen suçsuz olduğunu bildiği bir çocuğu idama göndermeye hazır. Diğer herkes rasyonel biçimde, akıl ve mantık ilkeleri ölçüsünde düşünürken 3 ve 10 numaranın hırslarına ve duygularına yenik düşmesi 7 numaranın ise davayı aslında umursamaması yalnızca bir maça yetişmeye çalışması jüri üyelerini ahlaki anlamda sorgulamamıza sebep oluyor. 3 ve 10 numaranın kendi önyargılarına hapsolması ve duygularının etkisinde hareket etmeleri sürekli bağırmalarından, kendi fikirlerinden başka fikri kabul etmemelerinden ve hiç dinlememelerinden anlıyoruz.
Filmde dava hiç gösterilmiyor, kim haklı kim haksız, çocuk suçlu mu suçsuz mu hiç öğrenemiyoruz. Asıl nokta da bu zaten, bizim öğrendiğiniz ve düşündüğümüz her şey o odada, diğer bir jüri aslında izleyenler. yani bizleriz. Film gerçeğin peşinden koşmuyor, insan psikolojisinin derinliklerine inmekle meşgul. 11 kişinin suçlu olduğunu düşündüğü bir ortamda bir kişinin çıkıp suçsuz demesi büyük bir cesaret ama daha fazlası filmin sonunda 12 kişinin suçsuz demesi. Bu aslında düşünen bir kişinin bir topluluğu düşünmeye itebileceğinin göstergesi. bir kişi onları düşünmeye itiyor ve daha sonra farklı jüri üyelerinden farklı şüpheler yükseliyor. 8 numaranın hiç fark etmediği soruları var aslında ve hepsinin içlerinde bir şüphe kırıntısı…bir kişinin suçsuz demesi ise son kibrit.
"Suçlu bir adamı serbest bırakmaya çalışıyor olabiliriz, bilmiyorum. Gerçekten kimse bilemez. Ancak makul bir şüphemiz var ve bu sistem içinde çok değerli bir şey."-Jüri 8
Peki gerçek ne? diyeceksiniz. Yalnızca bir perspektif meselesi. Filmin sonunda neye inanmak istiyorsanız ona inanacaksınız. Ve sizin gerçeğiniz vereceğiniz karar olacak. Tavşan deliğinde iyi eğlenceler.
Özetle, muazzam bir film.
Yorum Bırakın